23 Temmuz 2017 Pazar

KADİR AKYOL “İMGENİN REFLEKSİ” SERGİSİYLE FRANKIE İSTANBUL’DA

Kadir Akyol, "Marilyn Monroe", 2017, tuval üzerime yağlıboya, 100x190 cm.

İstanbul Nişantaşı’nda The Sofa Oteli’nin çatı katında bulunan Frankie İstanbul, mekânını sanatla buluştururken, genç sanatçıların eğitimine finansal destek sağlamak amacıyla İyilik İçin Sanat Derneği ile yaptığı işbirliği kapsamında düzenlenecek olan dördüncü sergiye ev sahipliği yapıyor. Frankie İstanbul, 25 Temmuz - 4 Eylül 2017 tarihleri arasında portre sanatı deyince akla ilk gelen genç kuşak sanatçılar arasında yer alan Kadir Akyol’un “İmgenin Refleksi” isimli 13. kişisel resim sergisini sanatseverler ile buluşturuyor.

İstanbul’un en seçkin mekânlarından biri haline gelen Frankie İstanbul ile Türkiye’de sanat ortamının gelişimine katkıda bulunmak, genç sanatçıların eğitimini desteklemek, uluslararası platformlarda Türkiye’nin sanatçılarıyla yer almasını sağlamak amacıyla hiçbir maddi menfaat beklentisi olmayan sanata gönül vermiş kadınların öncülüğünde kurulan İyilik İçin Sanat Derneği arasındaki işbirliği doludizgin devam ediyor.

Sanat tarihinde portre geleneğinin mirasını, olağanüstü zenginlikte bir kaynak olarak kullanan ressam Kadir Akyol’un, “İmgenin Refleksi” isimli 13. kişisel resim sergisi, 25 Temmuz - 4 Eylül 2017 tarihleri arasında Frankie İstanbul’da sanatseverler tarafından izlenebilecek. 


Kadir Akyol, “Angelina Jolie”, 2017, tuval üzerine yağlıboya, 125x220 cm.

25 Temmuz 2017 Salı günü 17:00 – 19:00 saatleri arasında Frankie İstanbul’da açılışı gerçekleştirilecek olan “İmgenin Refleksi” isimli sergide; popüler kültürün ve geleneksel yaşantının, popüler olanın ve modern resmin, lirizmin ve ironinin unsurları dinamik bir uyum içinde yan yana geliyor.

Karayip Korsanları’nın Jack Sparrow’u, Yüzüklerin Efendisi’nin Gandalf’ı, Avatar, Kara Şövalye Filminin Batman Joker’i, Kuzuların Sessizliğinde Hannibal Lecter karakteriyle izlediğimiz Anthony Hopkins, Léon olarak Natalie Portman, Game of Thrones’dan Daenerys Targaryen, Khal Drogo ‘Emilia Clarke’ Marilyn Monroe, ve Scarlett Johansson, Kadir Akyol’un kendine has fırça darbeleri, coşkulu renkleri ve kompozisyon kurgusuyla görsel bir şölen sunuyor.

İyilik İçin Sanat Derneği & Frankie İstanbul Genç Sanatçıların Eğitimine Destek Sağlıyor. İşbirliği kapsamında Frankie İstanbul, mekânı sanatla buluştururken, genç sanatçıların eğitimine de destek sağlıyor. Kasım 2016 yılında başlayan işbirliği kapsamında düzenlenecek olan dördüncü sergide, Kadir Akyol’un “İmgenin Refleksi” isimli serginde popüler kültür ikonlarının, sanatçının belleğinden süzülen imgeleri, kendine özgü renk oyunları ve fırça darbeleriyle yeniden hayat buluyor.


Kadir Akyol, “Sophie Turner”, 2017, tuval üzerine yağlıboya, 90x180 cm.
Sergi süresince satılan eserlerden elde edilen gelirin yüzde 25’i İyilik İçin Sanat Derneği’nin kurduğu İyilik İçin Sanat Atölyesi’ne aktarılıyor. İyilik İçin Sanat Atölyesi projesi kapsamında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nden mezun olmuş ancak atölye imkanı bulamayan sanatçılara atölye desteği, sanat eğitimi alan öğrencilere dünyanın en önemli sanat merkezlerini ziyaret etmeleri için burs veriliyor. Proje kapsamında 5 öğrenci dünyanın çeşitli bölgelerindeki sanat merkezlerini tanıma fırsatı elde etti. 10 öğrencinin ise, projenin fikir babalarından ve aynı zamanda Koordinatörü Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümü Öğretim Üyesi, Ressam Prof. Dr. Nedret Sekban ve Öğretim Görevlisi, Ressam Aslı Özok nezaretinde eğitimleri sürüyor.

Program:
Yer: The Sofa Hotel / Frankie İstanbul
Açılış: 25 Temmuz 2017 Salı
Saat: 17.00     

BİLGİ İÇİN
Dilek Duran / dilek@kurumsaliletisim.com.tr / Tel: 0507 789 89 01
Kadir Akyol / kadirakyol47@gmail.com


Kadir Akyol, “Yüzüklerin Efendisi, Gandalf”, 2017, tuval üzerine yağlıboya, 100x190 cm.
KADİR AKYOL  (TÜRKİYE / Mardin, 1984)   
2004 yılında Mersin Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümünü kazandı. 2008’de mezun oldu. 2008 yılında Ankara Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Ana Sanat Dalı Yüksek lisans eğitimine başladı. 2011’de “Çağdaş Sanatta Melez Yaklaşımlar” isimli tezini bitirip mezun oldu. 2011 yılında İspanya’ da Universidad De Sevilla  Faculttad De Bellas Artes’ da 2. master eğitimine başladı. 2013 Rh+Artmagazine “Yılın Genç Ressamı” Ödülünü kazandı. Bunun yanı sıra birçok ödüle ve sergilenmeye hak kazandı.
13 Kişisel sergisi bulunmaktadır ve 150’den fazla ulusal ve uluslararası bir çok karma, grup, bienal, trienal, sempozyum, fuar, müzayede, projeli etkinliğe; resim başta olmak üzere, video, enstalasyon ve performanslarıyla katılmıştır.

İYİLİK İÇİN SANAT DERNEĞİ HAKKINDA
Sanatı geniş kitlelere sevdirmek, iş ve sanat dünyasını birbirine yaklaştırmak, markaların sanatla ilişki kurmalarını sağlamak hedefiyle kurulan İyilik İçin Sanat Derneği, her kesimden pek çok sanatseverin sanat paydasında buluştuğu bir köprü oldu. Dernek olarak, her hafta düzenli olarak ülkemizi uluslararası platformda temsil eden sanatçıların atölyelerinin yanı sıra yurtdışındaki önemli sergi ve sanat buluşmalarına ziyaretler gerçekleştirildi. “İyilik İçin Sanat” felsefesiyle yola çıkan Dernek, her yıl Güzel Sanatlar Fakültesi resim, heykel ve mimarlık bölümünde eğitim gören ve gelecek vadeden başarılı gençlerin eğitimine katkıda bulunuyor. Dernek,  2016 yılında Mimar Sinan Üniversitesi 3’ncü sınıf öğrencisi 5 tane öğrenciyi New York, Paris, Floransa, Barselona ve Londra’ya sanat merkezlerini ziyaret etmeleri için gönderdi. Ulusal alanda başarılı genç sanatçılara üretimlerini paylaşabileceği yeni bir alan sağlamak ve bu platform tanıtımlarını yaparak sergileme alternatifleri yaratmak amacıyla İyilik İçin Sanat Derneği Nedret Sekban ve Aslı Özok yönetiminde İyilik İçin Sanat Atölyesi’ni faaliyete geçirdi.


Kadir Akyol Atölyesinde.


KADİR AKYOL’UN YAPITLARI ÜZERİNE/ 
EMRE ZEYTİNOĞLU
Her an “şimdiki zaman”ı yaşamaktan başka çaremiz var mı? Zaman sürekli akıyor ve biz kendimizi hep o “şimdiki zaman” içinde buluyoruz. Fakat şu var: Zaman, “şimdi” olduğu anda bitiyor ve yeni bir “şimdi”ye geçmek zorunda kalıyoruz. Bu böyle devam edip gidiyor. Biz ise “şimdi” dediğimizde, hangi zamandan söz ettiğimizi bile bilmiyoruz: Yaşayıp bitirdiğimiz bir “şimdi” midir bu, yoksa henüz girdiğimiz ve daha tamamladığımız bir “şey” mi?

Bu durumda “şimdiki zaman” denilen, belki “şimdi”lerin birikerek yeni bir zamana yönelmekten başka bir şey değil. O halde “şimdi”den tüm söz edişler, birbirine karışmış, iç içe geçmiş zamanların genişlemesinden ibaret.

Oysa şunu da unutmamak gerekiyor: “Şimdi”lerin iç içe geçmesi, onların aslında eskimiş olduğunu, unutulup gittiğini ve “şimdi” sözcüğünün hatalı bir kullanım haline geldiğini göstermiyor. Ve bu iç içe geçmeler, yine de bizim bir “şimdi”nin içinde olduğumuz gerçeğini değiştirmiyor.

Bir eşzamanlılık yaşıyoruz. Hiçbir zaman tam “o an”ın içinde olamıyoruz. Bu demektir ki: Tümüyle bağımsız ve el değmemiş bir durumu asla deneyimleyemiyoruz. Böyle olunca “şimdiki zaman”, diğer “şimdi”lerin varlığıyla besleniyor, hızlı bir bellek sorgulama sürecine dönüşüyor. Adım attığımız ve deneyimi tamamlanmamış “şimdiki zaman”, bize öncelikle şu soruyu sorduruyor: “Az önce ne olmuştu?” İşte bu soruyu sormadan, bağımsız ve el değmemiş bir duruma girmek olanaksız.

Öyleyse her yeni “an”ımız ve ona ait olası deneyimimiz, “bilinçli deneyim”e evriliyor. David Eagleman, o ünlü “Beyin / Senin Hikâyen” adlı kitabında, “amigdala” adlı bir beyin fonksiyonundan söz ediyor. Acil durumlarda öne çıkan bir yapı bu: Önemli anlarda, tehlikelerle yüz yüze gelindiğinde vb… Eagleman şöyle yazıyor: “Tehlikeli durumlarda ‘amigdala’ adı verilen beyin yapısı ön plana çıkarak, beynin geri kalanın kaynaklarını idare etmeye başlar ve bütün dikkatleri içinde bulunulan duruma yöneltir. Eğer devrede amidala varsa, anılar normal koşullarda olduğundan çok daha zengin ve ayrıntılı biçimde saklanır; artık ikincil bir bellek sistemi etkinleşmiştir. Bellek, zaten bunun için vardır: Önemli olayların kaydını tutarak, benzeri bir duruma düştüğünüzde hayatta kalmanız için beyne fazladan bilgi sağlar.”

Bu noktada Kadir Akyol’un yapıtlarına baktığımızda, yukarıda yazılanlara benzer bir durumla karşılaşıyoruz: “Şimdiki zaman”ın yeni koşullarına maruz kalan, o koşulların alışılmadık, “şok” edici etkilerini deneyimlemeye başlayan bir kişinin, belleğini devreye sokması hali… Sanatçı, kendi sergisi üzerine konuşurken, neo-liberal sistemin tüketim ekonomisinden konu açıyor ve bu dönemin yarattığı popülerleşmeyi gündeme alıyor. Diyor ki: “Çalışmalarım, dünyada yeni liberal ekonomiyle birlikte yaygınlaşan popüler kültürün, tüketim kültürünün gündelik yaşamı etkilemeye başladığı yıllardan izler taşıyor.” Kadir Akyol, yeni bir sistemin işleyiş mantığını sezdiğinde, doğallıkla alışılmışın dışında bir yaşam akışını fark ediyor. Refleksler zayıflıyor, deneyimler ile o reflekslerin örtüşmesi zorlaşıyor; daha önceden edinilmiş davranış biçimleri, bu ansızın ortaya çıkmış olan koşulları kolayca anlamlandıramıyor, kavrayamıyor ve denetleyemiyor çünkü.

Akılda tutulmuş görüntüler var. Sinema karakterleri, etki uyandıran yüzler ya da birtakım sahneler… Sonra televizyon ile ilk tanışma günleri… İmajlar, belleğin en geniş yerine yerleşiyor. Bunların bir tarihi, bir belleği, zihinde bir çözümlemesi bulunuyor. Kişi kendi tarihinin anlamını oluşturduğu kanısında… Ve ansızın o tüketim ekonomisinin ürünleri çıkıp geliyor, nesneler işlevlerini değiştiriyor, kişi ile işlev bağını çok farklı yöntemlerle kuran nesneler bunlar. Nesne-kişi-işlev bağı değiştikçe, yaşam da değişiyor; bellek çalışıyorsa da “şimdiki zaman” ile bir uyuşmazlık seziliyor. Kişinin uzağında kalmış, başka bir dünya var sahnede: Neredeyse ani bir sarsıntı… Bir kaza gibi sanki…

Şimdi bu “kaza anı”nı deneyimlemekteyiz; belki bir trafik kazası bu: Diyelim ki çarpışmanın “ilk an”ındayız, kaporta giderek eziliyor ve tehlike yaklaşıyor; sac levhalar arasında ezilmek üzereyiz, sarsıntı geçiriyoruz. Acaba “şimdiki zaman”ın bağımsız ve el değmemiş durumu içine mi daldık? Ve her şey hemen olup bitecek mi?

Evet, gerçekte “bir an”ı deneyimlemekteyiz, ama çok tuhaf; o “bir an” bitmek bilmiyor, uzadıkça uzuyor, bir “ağır çekim” gibi… O sahnenin görüntüsü, başka görüntüleri çağırıyor, onlarla birleşiyor ve başka görüntülere yol açıyor. Çünkü “o an”ın deneyimi sırasında, gene aynı soruyu sormadan edemedik: “Az önce ne olmuştu?” Bunun yanıtları, “kaza anı”nda belleğimizden akıp geliyor ve “o an” ile ilişki kurabilecek yüzlerce veri, “şimdiki zaman”ın içine yığılıyor, belleğin rolüyle, eşzamanlı bir “bilinçli deneyim” oluveriyor. O kazanın çıplak görüntüsü, izlediğimiz o çıplak sahne, bağımsız ve el değmemiş görüntüler sunmuyor artık… Beynimiz hem “o an”ı değerlendiriyor, hem de onu bir anı yoğunluğu ile birleştiriyor. Beynimiz normal koşullarda böyle bir anı yoğunluğuna alışık değil, onun için “o an” çok uzun sürüyor.

Eagleman’ın şu can alıcı tümcesini tekrarlayalım: “Bellek, zaten bunun için vardır: Önemli olayların kaydını tutarak, benzeri bir duruma düştüğünüzde hayatta kalmanız için beyne fazladan bilgi sağlar.” Burada bir ayrıntıya dikkat çekelim: Bellek, tam “şimdi” yaşadığımız bir olayda, her tür veriyi getirip oraya boşaltmıyor; yalnızca “o an” ile ilgili durumları bulup çıkartıyor ve onunla birleştiriyor. Belleğin anlamlı bir seçimi var yani burada. O seçimin nasıl yapıldığını biz düşünerek bulamıyoruz, o işi belleğin inisiyatifine terk etmekten başka yapabilecek bir şeyimiz yok.

Kadir Akyol’un yapıtlarına bir kez daha göz atıyoruz; onlarda gördüğümüz, belleğin “o an”a getirip yığdığı şeylerdir: “Şimdi”nin popüler figürleri, eskinin imajları ile iç içedir. Renkler, her bir sahnede özgürce dağılmış, eşyaların üstlerine sıçramıştır. Sanatçı bunu şöyle açıklamakta: “Öğrencilik yıllarımdan bu yana pornografik imgeyi, yani görünür gerçekliğin çırılçıplak temsili olma iddiasındaki her görüntüyü, portreyi, eşyayı ve olguyu saf boya alanlarıyla sorguladım ve biçimsel anlamda travmatik bir ilişkiye sürükledim.” Pekiyi yapıtlardaki bu ilişkiler hangi mantığın mutlak koşulları halinde düzenlenmişlerdir? Bunu bilemeyeceğiz, hatta o yanıtı büyük olasılıkla sanatçı da tam olarak bilmemekte. Daha açık bir söyleyişle: Neo-liberal sistemin önümüze bıraktığı o tüketim nesneleri yaşamımızı değiştirdiğinde, o değişimin net bir tanımını, yeni durum ile eski durum arasındaki sınırın ne olduğunu düşünebiliyoruz, ama bunun temsili bir görüntüsünün nasıl sunulacağını bilemiyoruz. Yine de o görüntünün peşinden gidiyoruz ve onu yakalamaya çalışıyoruz.


Büyük olasılıkla, yapabileceğimiz tek şey şu: Bir “değişim anı” saptamak, ona rastgele bir sınır çizmek ve o duruma da bir önem atfetmek… Ve o “önemli durum”un sarsıntısını hissetmeye çalışmak… Bir “kaza anı”nın sarsıntısı gibi bir şey olmalı bu… İşte o zaman yapmamız gereken tek şey kalıyor: Sarsıntı sırasında, belleğin seçip “o an”a taşıdığı tüm ilişkili verileri beklemek; anılar yoğunluğunda boğulmak bir anlamda… İç içe geçmiş zamanların tümünü “şimdiki zaman”da birleştirmek ve eşzamanlı bir “şimdi”yi kişiselleştirerek onun resmini yapmaya koyulmak… Aynı, Kadir Akyol’un yaptığı gibi.    

27 Mayıs 2017 Cumartesi

HASAN BASRİ İNAN: “SEYYAH OLUP ŞU ÂLEMİ GEZERİM”

Hasan Basri İnan, “Seyyah Olup Şu Alemi Gezerim”, 2017, tuval üzerine yağlıboya ve akrilik, 90x130 cm.
Genç seramik ve resim sanatçılarımızdan Hasan Basri İnan, bir zaman yaşadığı şehir ve kasabalardan ya da seyahatleri sırasında karşılaştığı imgelerden yola çıkarak oluşturduğu “Seyyah Olup Şu Âlemi Gezerim” isimli kişisel resim ve seramik sergisiyle Ankara’dan sonra 2-17 Haziran 2017 tarihleri arasında Bodrum Nurol Sanat Galerisi’nde izleyicilerle buluşuyor.

Röportaj: Ümmühan Kazanç

Hasan Basri İnan, "Seyyah Olup Şu Alemi Gezerim", 2017, Ahşap üzerine yağlıboya ve akrilik, 15x15 cm., (43 adet).
  
Sevgili Hasan, “Seyyah Olup Şu Âlemi Gezerim” isimli serginin içeriğini ve çıkış noktasını bir de senden dinleyebilir miyiz?
Bu sergimin ilk ayağı Ankara-Nurol Sanat Galerisinde 09-24 Mayıs 2017 tarihleri arasında gerçekleşti. İkinci ayağı ise Bodrum Nurol Sanat Galerisinde 02-17 Haziran 2017’de gerçekleşecek. Sergide iki farklı disiplin, bir bütün olarak kullanıldı. Resim ve Seramik aynı ortak dili kullanarak izleyicilere sesleniyor. “Seyyah Olup Şu Âlemi Gezerim” aslında Anadolu yöresine ait bir Deyiş’in sözleri olup ve bu sözlerin sahibi 16. Yüzyılda yaşamış ulu ozanlarımızdan ‘Kul Himmet’e aittir. Sizlere ufak bir bölümünü söylemek isterim:

Seyyah olup şu âlemi gezerim
Bir dost bulamadım gün akşam oldu.

Kul Himmet üstadım ummana daldım
Gelenden geçenden haberin aldım
Abdal olup, şal giyindim dolandım
Bir dost buldum, ama tez akşam oldu.

İçinde hakikat barındıran bu deyiş/sözler, insanın aklından çıkmayan imgeler, görseller fikirlerimin çıkış noktası oldu. Sosyal hayatımda da sürekli bu tür Deyişler ve Türküler dinleyerek, kendimi bu kültürün bir parçası, bir öğesi olarak görüyorum ve bunu kendi içimde yaşıyorum. Bu yaşadığım kültürü, bazen resme, bazen ise seramik formlara ve yüzeylerine aktarıyorum. Seramiklerimde kilin doğasına ve geleneğine saygılı olmanın yanı sıra, eski-yeni formlara, malzemeye ve alışılagelmişin dışında yeni tekniklere de yer vermekteyim.


Hasan Basri İnan, “Seyyah Olup Şu Alemi Gezerim”, 2017, tuval üzerine yağlıboya ve akrilik, 120x100 cm.
“Çitler” adeta sanatının ve senin imzan haline gelmiş. “Çitler” senin için ne ifade ediyor?
Çitler dört yıldan beri sanatımın içinde yer alıyor. İlk başlarda seramik form ve yüzeylerinde, daha sonra ise tuvallerimde kullanmaya başladım. 3. Sınıfın başlarında seramik yüzeylerine aktardığım çitlerden, bir seramik yarışmasında ödül aldım ve bu işlerimin devamlılığını ve yüksek lisansıma kadar sürmesini sağladı. Bir zamanlar yaşadığım, yaşantımdan kesitlere yer verdiğim mekânlar, kişiler ve o mekânlar da yer alan çitler yer alıyor. Parçalanamaz, öğeler eksiltilemez ve dolayısıyla onu inşa eden kişi ile birlikte düşünülmelidir. İmge içinde farklı imgeler doğuyor. Çitlerin diğer imgelerle buluşması onları yan yana koymak sonsuz olasılığa yol açıyor. Çalışmanın kapsamı, var olan bir düzenin yanı sıra, o düzene farklı metotlar üzerinden eşlik etmek, o metotlara yeni bir dil, yeni bir ifade aracı olarak bir “imge” yüklemektir. İfade edilen bu imge, bazen bir çit, bazen de terkedilişi gösterir. Aslında her çit bir bireyi, bir aileyi ve bir kişiyi temsil ediyor. Yani onu inşa eden kişiyi temsil ediyor. Bir zamanlar orada birileri yaşıyordu, fakat o birileri arkalarında çitleri bırakıp farklı diyarlara göç ettiler. Çit, bir bakıma terk-edilişi temsil ediyor. Kimi zaman ise sadece bir çit olarak yerini alıyor. Bu bakış açısını izleyiciye bırakıyorum. Onların duygu ve hayallerine müdahale etmek istemem açıkçası.


Hasan Basri İnan, “Seyyah Olup Şu Alemi Gezerim”, 2017, tuval üzerine yağlıboya ve akrilik,100x90 cm.

Resim ve seramiklerindeki öğelerle, izleyiciler göz göze geldiğinde, kendi anı ve seyahatlerinden ipuçları bulması çok mümkün. Hepsi, birçoğumuz için tanıdık olduğu öğeler ama önemli olan bu öğelere dikkat çekebilmek. Bir anlamda izleyicileri kendi imge yolculuğuna ortak ediyorsun değil mi?
Evet. Aslına bakıldığında bu öğeler hepimizin bildiği ve bilinçaltımızda yatan imgelerdir. Önemli olan bu imgelerin farkına varmak, onları gün yüzüne çıkarabilmektir. Bu imgeler, izleyici ile göz göze geldiğinde, onları uzun bir yolculuğa sürüklemektedir. Bu yolculuk, O’nun belleğindeki bazı anları kısa bir süreliğine tekrarlanmasına neden olmaktadır.


Hasan Basri İnan, “Seyyah Olup Şu Alemi Gezerim”, 2017, tuval üzerine yağlıboya ve akrilik, 90x120 cm.


Hem seramik hem de resim sanatını birlikte başarılı ile yürütüyorsun. Bu iki önemli sanat dalının birlikteliği konusunda neler söyleyebilirsin?
Seramik sanatı, “Plastik sanatların tüm öğelerini bünyesinde içeren bir resim ve heykel sanatı bileşimidir. Herbert Read’e göre; “Seramik, sanatların hem en basitidir hem en zorudur; en basitidir çünkü en ilkelidir, en zorudur çünkü en soyutudur” der. Gerçekten seramiği plastik sanatların tüm öğelerini bünyesinde içeren tek bir soyut forma indirgemek istediğimizde sanatların en zorudur. Bugün seramik sanatı çağın koşullarıyla ve düşünce yapısıyla yeniden biçimlenmekte ve plastik sanatlar içinde kendi kimliğini oluşturmakta ve kazanmaktadır.
Aslına bakarsak, seramik ve resmin aynı aileden olduğunu göreceğiz. Çırağı olmayana usta ya da ustası olmayana çırak denir mi? Biri olmadan diğerinin adını bile düşünemeyiz. Seramik yüzeylerini kaplayan resimler, bu iki disiplinler arası geçişin birer örneği olmuştur.


Hasan Basri İnan, “Seyyah Olup Şu Alemi Gezerim”, 2017, tuval üzerine yağlıboya ve akrilik, 130x90 cm.

Seninle ilgili dikkatimi çeken noktalardan biri hem üniversite hem de yüksek lisans eğitimin ya birincilik ya da ikinciliklerle dolu. Bu konuda neler söyleyebilirsin? Sanata aşıksın galiba!
İnsanın sevdiği işi büyük bir tutkuyla, sevgiyle ve aşkla yapması, O kişiye verilen en büyük ödüldür bence. Ben üretmediğim zaman kendimi yorgun ve boşlukta hissediyorum, bu yüzden de sürekli üretirim ve bu da beni çok mutlu eder. Denemekten hiçbir zaman korkmam. Bazen yaptığım seramikleri bilerek kırarım, onlara farklı ve insanların aşina olmadığı yeni teknikleri uygularım. Bu teknikler arasında benim en çok sevdiğim ve insanların dikkatini çeken bir Japon tekniği olan “Kintsugi” tekniğidir. Yani altın ile yapıştırma tekniği. Bu teknikte gerçek altın tozu kullanıyorum ve yapılan işi daha etkili ve sanatsal hale getiriyor. Çevremden duyduğum şeylerden birisi de; ‘çalışırken hiç sıkılmıyor musun?’ cümlesi. ‘Sevdiğim işi yapıyorum, neden sıkılayım ki’ diyorum.


Hasan Basri İnan, “Seyyah Olup Şu Alemi Gezerim”, 2017, tuval üzerine yağlıboya ve akrilik, 95x135 cm.

Son olarak gelecek ile ilgili planlarını öğrenebilir miyiz? Biraz da Mersin’deki atölyen hakkında bilgi alabilir miyiz?
Gelecek ile ilgili planım öncelikle yüksek lisans tezimi en iyi şekilde bitirmek ve hiç zaman kaybetmeden doktoraya başlamak. Bunun dışın da sanatımı en iyi bir şekilde icra etmek.
Mersin’deki atölyemi açalı henüz altı ay oldu. Bu süre içinde bayağı zorluklar çektiğimi söylemek isterim. Çünkü bu yaşta bir atölye açmak büyük bir sorumluluk isteyen ve aynı zamanda risk getiren bir durum benim için. Bu riski kendi lehime çevirirsem, atölyenin devamlılığını ve sürekliliğini sağlarım. Atölyemde genelde Mersin Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesinden gelen öğrenci arkadaşlarım oluyor. Onların da yaşadığı en büyük zorluklardan biri de Mersin’deki atölye sayısının çok az olması. Çoğu yer, gelen öğrencilerden ücret alırken, ben atölyemin kapısını öğrencilere açıyorum. Onlarla beraber çalışıp, yarışmalara katılıyoruz. Birlikte ödül alıp, sergilere katılıyoruz. Bu da beni daha çok mutlu ediyor. Bazen dikkat etmediğim, gözümden kaçan şeyleri bana hatırlatıyorlar. Onlarla fikir-alışverişi yapıyoruz. Güzel bir ortamımız var açıkçası. Mersin’e yolu düşen herkesi atölyemde misafir etmekten onur duyarım. Bu güzel röportaj için size çok teşekkür ediyorum. Çok keyif aldığımı söylemek isterim.



Hasan Basri İnan.

HASAN BASRİ İNAN (Malatya / Türkiye)
1992 yılında Malatya’da doğdu.
İlk, orta ve lise eğitimini Mersin’de tamamladı.
2011 yılında Mersin Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’ne dereceyle girdi.
2015 yılında Seramik Bölümünden Birinci ve Güzel Sanatlar Fakültesinden İkinci Olarak mezun oldu.
2015 yılında Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü, Seramik Bölümü, Yüksek Lisans Programını Birincilik ile kazandı.
Seramik dışında resim ve heykel ile uğraşıyor.
2011 yılından beri Ressam Ahmet Yeşil’den gerekli resim eğitimini almaya devam ediyor.
“Türkiye Seramik Derneği” ve “Seramik Sanatı Eğitimi ve Değişimi Derneği” üyesidir.
4 kişisel, 30’dan fazla karma sergi, 10’dan fazla ulusal ve uluslararası jürili sergi, workshoplar, sempozyumlar ve çeşitli etkinliklerde yer aldı.
4 Ulusal, 3 Uluslararası ödülü vardır.
Çalışmalarını Mersin’deki atölyesinde sürdürmektedir.


Nurol Sanat Galerisi Ankara
Adres: Gelincik Sok. No:2/2 06690 Kavaklıdere / Ankara
Telefon: 0 (312) 468 86 70 - 455 10 33

Bodrum Nurol Sanat Galerisi
Adres: Oasis Alışveriş Kültür ve Eğlence Merkezi, Bodrum, Muğla
Tel: +90 252 317 00 02 – 12



Hasan Basri İnan, “Seyyah Olup Şu Alemi Gezerim”, 2017, tuval üzerine yağlıboya ve akrilik, 120x81 cm.

Hasan Basri İnan, “Seyyah Olup Şu Alemi Gezerim”, 2017, seramik çalışmalar.


Hasan Basri İnan, “Seyyah Olup Şu Alemi Gezerim”, 2017, Seramik, Ayna, 75x40x30 cm.

21 Mayıs 2017 Pazar

AHMET YEŞİL “TARİHSİZ GÜNLÜKLER 7” SERGİSİYLE İSTANBUL’DA

Ahmet Yeşil, “Coşku ve Tutkular 1”, 2012, tuval üzerine yağlıboya, 90 x 100 cm.

Usta ressam Ahmet Yeşil, “Tarihsiz Günlükler 7” isimli kişisel sergisiyle F Sanat Galerisi’nde 23 Mayıs - 14 Haziran 2017 tarihleri arasında İstanbullu sanatseverlerle buluşuyor. Son dönem eserlerinin yer alacağı sergide; baharın ve zamanın tüm renklerini görmek ve hissedebilmek mümkün olacak. Açılış kokteyli: 23 Mayıs 2017, Salı, 16:00 – 20:00 saatleri arasında.


Ahmet Yeşil, “Tarihsiz Günlükler”, 2017, tuval üzerine yağlıboya, 120 x 90 cm.



Ahmet Yeşil için sanat; her anın, duygunun, sanatçının sezgisiyle, görme biçimiyle, halatın ritmik kıvrımlarıyla, yaşamın ritmi arasındaki ilişkiye göndermelerdir. Palet üzerinde biriken yılların boya kalıntıları arasındaki renk bağlantıları, sanat üretiminin tarihsel olarak belirleyici zamana hapsedilmesi değil, yaşamın “tarihsiz günlüklerin” üzerine düşen renk, ışık, açık ve koyu değerlerin bize ait olanının yansımalarıdır. Sanatın yarattığı estetik/plastik değerler, dünyaya yansıyan bir atmosfer kurar. Gündelik yaşama kilitlenmiş insanların da, belki hiç ilgilenmedikleri bu yansımaların içinden geçmesi kaçınılmazdır. Çünkü görsel olana bakmanın ötesindeki görme biçimi, yaşamı algılayan aklın görsel dokunuşlarıdır. Onları hiç istemese de yakalar, emerek içine soğurur ve beklemediği birileriyle ortak algıya zorlar.

Ahmet Yeşil’in resim ve hayat arasındaki ilişki, gerilim, çözüm bulma çabasının tuvale yansıması, toplum ile sanatı arasında bir uçurum yaratmaz. Onun sanatı herkese yakındır, herkes kendinden bir şeyler bulur. Ahmet Yeşil resmindeki ritm, denge, lirizm, ışık, gölge ve yeniden tanışıyormuşçasına öne çıkan canlı renklerin kusursuz uyumu birçok farklı kültürden izleyicinin, hızla resim ile ilişki kurmasını sağlar. Otuz sekiz yıldır aktif olarak sanat yaşamının içinde olan Ahmet Yeşil, bugüne kadar 105 kişisel sergi açtı, 297 karma ve yarışma sergisine katıldı, 24 ödül aldı. Tam anlamıyla ‘nev-i şahsına münhasır’ olarak tanımlanabilecek bir fırçası vardır. Dünyadaki ve Türkiye’deki moda akımları çok yakından takip etse de o kendi gerçeğinden vazgeçmemiş, yıllar içinde fırça darbeleri ile tuvaline aktardığı özlemleri, tutkuları, heyecanları, duyguları, düşünceleri, acıları, mutlulukları onu nereye götürdüyse, sanatı da o bağlamda gelişmiş, bugünkü gücüne ulaşmıştır.

Ahmet Yeşil, “Tarihsiz Günlükler”, 2016, tuval üzerine yağlıboya, 100 x 80 cm.
BİLGİ İÇİN
F Sanat Galerisi
fsanatgaleri@gmail.com
Adres: Valikonağı Caddesi, Akkavak Sokak
Polat Apt. No:38/2 Nişantaşı-İstanbul
Tel: +90 (212) 296 83 32


Ahmet Yeşil, “Aşkın Diyalektiği Üzerine..7”, 2014, tuval üzerine yağlıboya, 120 x 100 cm.


Ahmet Yeşil, “Kırmızı Ağacın Öyküsü”, 2007, tuval üzerine akrilik, 90 x120 cm.

Ahmet Yeşil, “Oto portre”, tuval üzerine yağlıboya, 150 x 90 cm. 

Ahmet Yeşil, “Küçük Mutluluklar Üzerine”, 2006, tuval üzerine yağlıboya, 150 x 80 cm.

16 Mayıs 2017 Salı

“DOĞA-KÜLTÜR-OYUN”: Fatoş Beykal, Zeynep Erdinç, Hülya Küpçüoğlu

Hülya Küpçüoğlu, “Ağaçların Öyküsü no: 8”, 2014, Tuval Üzerine Akrilik, 40x40 cm.

rh+artproject’te açılacak olan ‘Doğa, Kültür ve Oyun’ adlı sergi, Fatoş Beykal, Zeynep Erdinç ve Hülya Küpçüoğlu’nu bir araya getiriyor.
Kültür insanlara ait bir iz, bir edinimdir. İnsan doğa üzerindeki izlerini çok çeşitli oyunlar yoluyla bırakır. Prof. Nazım İrem sergi kapsamında şöyle söylüyor: “Bu sergi, zorunluluk olarak doğa, iz olarak kültür ve serbest yaratı olarak oyunun peşinde olan üç sanatçının çalışmalarını bir araya getiriyor. Bir işaret olarak kültürün doğadaki izlerini yaratan Zeynep Erdinç’in, bir izlenim olarak doğayı kültürleştiren Hülya Küpçüoğlu ve bütün bu eylemlerin oyun olduğunu hatırlatan Fatoş Beykal’ın yollarını kesiştiren de bizzat bu insani mesafelenmenin sorunlarıdır.”
Sergi rh+artproject’te 20 Mayıs-10 Haziran tarihleri arasında izlenebilir.

Açılış: 20 Mayıs Cumartesi saat: 18:00 


Fatoş Beykal, “Kadın-Erkek”, 2015, Tuval Üzerine Akrilik, 100x 100 cm.


Zeynep Erinç, “Yüzey/Altı”, Tuval Üzerine Karışık Teknik, 140 x105 cm.

13 Mayıs 2017 Cumartesi

DEVRİM ERBİL: “GÖKYÜZÜNDEN İSTANBUL”

Devrim Erbil.
Çağdaş Türk sanatının önemli isimlerinden Devrim Erbil’in “Gökyüzünden İstanbul” sergisi, Mahall Bomonti Sanat’ta açıldı. Ünlü ressamın 22 eseri 9 Haziran’a kadar Mahall Bomonti İzmir Tanıtım Ofisi’ndeki galeride görülebilecek.
İzmir’in yeni gözdesi Mahall Bomonti İzmir, “Resimle şiir yazan sanatçı” Devrim Erbil’i ağırlıyor. Ekim 2016’dan bu yana her ay düzenlediği sergilerle, kentin kültür ve sanat hayatına hareket kazandıran Mahall Bomonti Sanat, bu defa çağdaş Türk resminin önemli temsilcilerinden Devrim Erbil’i ağırlıyor. Özel olarak restore edilen tarihi mekânlarda, Lebriz Art Solutions ortaklığıyla düzenlenen sergide sanata 60 yılını vermiş usta sanatçının 22 eseri yer alıyor. Sergi için Türkerler Holding tarafından geliştirilen Mahall Bomonti İzmir projesi Tanıtım Ofisi’ndeki özel galeride düzenlenen kokteyle İzmirli sanatseverler yoğun ilgi gösterdi.


Devrim Erbil.
“ÇİZGİYİ SEZGİSEL BİR BİÇİMDE YAKALADIM, DOĞRU BİR ŞEY YAKALADIĞIMIN FARKINDAYIM”
Devrim Erbil eserlerinde öne çıkan “çizgi”yi şöyle anlatıyor: “5 yaşımdayken yaptığım renkli desenler var. Renkli çizgiler kullanmışım. Çizgi ve renkli çizgi… Renk çizgide biçimleniyor. Çizgiyi hissetmek, koymak 20. yüzyılın önemli unsurlarından biridir. Rönesans’ta sanatçılar sadece eskizlerinde çizgiyi kullanıyorlardı. İki boyutlu resmin yaşadığı dönemlerde, yani minyatür, Mısır resmi, Aztek sanatı ya da uzak doğu sanatlarında vardı çizgi. Ama Batı resminin içerisinde batı kültürünün içinde çizgi ta 20. yy.'a kadar yok. Ben önce farklı kültürlerin değerleri üzerinde durdum. Onlarda çizginin bir anlatım aracı olarak etkinliğini gördüm. Çizginin insan aklının bir soyutlaması olarak görmek ve bu soyutlamanın da yaratıcı bir unsur olduğunu görmek gerekir. Doğrusu ben baştan bilinçli olarak kullanmadım çizgiyi. 20. yy bunu kullandı. Paul Klee kullandı, Picasso kullandı, birçok sanatçı kullandı. O zaman ben, çizginin vatanından, doğasından gelen bir kültürün insanı olarak bunu kullanmak benim daha çok hakkım dedim. Ben bunu sezgisel bir biçimde yakaladım ve doğru bir şey yakaladığımın farkındayım.”


Devrim Erbil.
“SADECE ÜNLÜ DİYE BİR RESSAMIN ESERLERİ ALINMAMALI”
Türkiye’de galericilik, müzayedecilik gibi kavramların tam olarak yerine oturmadığını vurgulayan Erbil, “Alıcının bilinçlenmesi onun kültür birikimine bağlıdır. Örneğin, alıcı bir şirketse onların danışmanı olmalı, eğer alıcı bir kişiyse kendi birikimi olmalı, kendi özel sevgileri olmalı. Yani sadece ünlü diye bir ressamın resmi alınmamalı. Bütün bunlar sevgiyi ve bilgiyi gerektirir. Bilmeden sevemezsiniz” diyerek sıra dışı bir yaklaşım ortaya koyuyor.


Devrim Erbil.
DEVRİM ERBİL                
1937’de Uşak’ta doğdu.
1955’de İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümü’ne girdi. Galeride Halil Dikmen’in, atölyede Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun öğrencisi oldu.
1959’da “Soyutçu 7’ler” grubunu kurdu.
İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi Yüksek Resim Bölümü’nü bitirdi. 1962’de Akademi’ye asistan oldu. Bedri Rahmi Eyüboğlu, Cemal Tollu ve Cevat Dereli Atölyelerinde görev aldı.
1963’te Tülay Tura, Altan Gürman, Adnan Çoker ve Sarkis’le “Mavi Grup” u kurdu.
1965’de İspanya Hükümeti’nin verdiği sanat bursunu kazanarak gittiği Madrid ve Barcelona’da başladığı meslek araştırma ve incelemelerine Paris ve Londra’da devam etti.
1969’da Türkiye Çağdaş Ressamlar Derneği başkanlığı görevinde bulundu. 1970 yılında İ.D.G.S Akademisi’nden doçentlik ünvanı aldı. 1975’de Görsel Sanatçılar Derneği Başkanlığı yaptı.
1979’da İstanbul Resim Heykel Müzesi Müdürlüğü’ne atandı; üç buçuk yıl süreyle bu görevde bulundu. 1981 yılında İ.D.G.S Akademisi’nde Profesör oldu. 1985’de Mimar Sinan Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü Başkanlığı, 1988’de Yıldız Üniversitesi Güzel Sanatlar Bölümü Başkanlığı, 1990 yılında Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Dekan Yardımcılığı görevine getirildi. 1991’de Devlet Sanatçısı unvanı aldı.
Devrim Erbil yurtdışında pek çok karma sergi açtı. Türk Sanatını tanıtan sergilerin (İskenderiye, Belgrad, Sofya, Kuveyt) komiserliğini yaptı. Sanat üzerine konferanslar verdi, yazılar yayınlandı.

Sanatçının eserleri İstanbul-Ankara-İzmir Resim ve Heykel Müzelerinde, Bükreş Modern Sanatlar Müzesi’nde, Banja Luka Umnetnicka Galerija’da, Ben and Abby Grey Foundation Koleksiyonu`nda, Ankara Milli Kütüphane Koleksiyonu`nda, yurtiçi ve yurtdışında resmi kurumlarda ve özel koleksiyonlarda bulunmaktadır.

9 Mayıs 2017 Salı

“BİR ARADA - FARKLI” SERGİSİ GALERİ ARK’TA

Raşit Altun.
Resim, heykel, desen, fotoğraf ve videodan oluşan “Bir Arada – Farklı” adlı karma sergi 11 Mayıs – 8 Haziran 2017 tarihleri arasında Galeri ARK’ta sanat severlerle buluşuyor. 'Bir Arada, Farklı’' sergisi, farklı disiplinlerde, farklı anlayış ve tarzlarda eser üreten sanatçıların yapıtlarını bir araya getiriyor. Sanatçı Şükrü Karakuş'un organize ettiği sergi, ‘farklı’ve ‘bir arada’ kavramlarını öne çıkararak, bu kavramların önemine ve bir aradalığına vurgu yapıyor. Günümüzde bir aradalığın gerekliliğine duyulan ihtiyacı hatırlatıyor.

Farklılıkların bir ötekileștirme aracı değil de, yaşama değer katan bir zenginlik olarak kavranması gerektiği açıktır. Farklı estetik anlayıșlardan ve disiplinlerden gelen, bu inancı paylaşan sanatçılar, bu sergi ile yeniye açık, değișken ve paylașımcı bir platform olușturmayı amaçlıyor.

Bütün ötekileştirme, ayrışma ve kamplaşmalara rağmen birlikte yaşamayı öğrenmeye zorunlu olduğumuz bugünkü toplumlarda, sanat ve yaşam arasında benzerlik arayan ve eserleriyle sergide yer alan sanatçılar șu isimlerden olușuyor: Haydar Akdağ, Rașit Altun, Esra Bilo, Füsun Çağlayan, Hayri Esmer, Onur Fendoğlu, Şükrü Karakuș, Bahar Kocaman, Ahmet Özel ve Ahmet Yeșil.


Ahmet Yeşil.

Şükrü Karakuş.

Galeri Ark
www.galeriark.com
Cemil Topuzlu Caddesi Kaya Apt. No: 49 (Büyük Kulüp karşısı)
Çiftehavuzlar – Kadıköy / İstanbul
+90 216 369 49 00

info@galeriark.com

EVERYTHING IS FINE

Monika Bulanda, Vision and Perspective, 2016, Mix Media on Wood, 80x89 cm.
Despite the chaos of today’s politic history and the negative influences of the humanity landscapes at the globalizing World, we see that the nature always rejuvenates itself. Human, as a part of the world and nature, has to continue his existence and reality by changing, transforming and creating while being leaded by the system he lives in.
The exhibition “Everything is Fine” which consists of new works by Monika Bulanda, Arzu Eş and Mehwish Iqbal presents current readings of today’s World by three women artists from different cultures.
The technique, the materials used and the structural connotations of the work, where she sets out to discover a space of abstraction and so to speak seeks for an escape, make up the distinctive features of Monika Bulanda’s artistic practice. Bulanda’s works forge direct connections with her viewer, with the audience’s point of view it is possible to reshape the artworks. The artworks by Arzu Es, which she created based upon the idea of bringing writings on art of the past, todays phrases and the animal images together are transforming into phases such as chaos caused by political conflicts, pollution, corruption, purification, loss of consciousness, pain and extinguishment. The artist continues her search of new codes and sentences for the process that continues by renovation and healing of conscious, provocation, writing, inaction and just by the act of breathing. Being highly concerned with the position of women and children in socio cultural landscape, Mehwish Iqbal herself is an immigrant living in Sydney. The artist incorporates printmaking to create multiple fragile layers of diverse media such as collographs, silkscreen, etching and collage. Aiming to create a visual vocabulary, artist gives us a positive perspective, which consists of colors, patterns and drawings, towards the World we are living in.

10.05.2017 -10.06.2017
Opening: 10 May Wednesday, 18.00 – 20.00

FURTHER INFO
Kare Art Gallery

Abdi İpekçi Caddesi Ada Apt. No:22 K.2 D.8 34367 Nişantaşı İstanbul-Turkey


Mehwish Iqbal.

HER ŞEY YOLUNDA
10.05.2017 -10.06.2017
Açılış: 10 Mayıs Çarşamba 18.00 – 20.00

Günümüz politik tarihinin karmaşası ve küreselleşen dünyada karşılaştığımız insanlık manzaralarının üzerimizde bıraktığı olumsuz etkilerin karşısında doğanın daima kendini yenilediğini görüyoruz. Dünyanın ve doğanın bir parçası olan insan da, içinde yaşadığı sistemin kendini yönettiği bir ortamda değişerek, dönüşerek ve yaratarak kendi gerçekliğini ve varlığını sürdürmek zorunda.

Monika Bulanda, Arzu Eş ve Mehwish Iqbal’in güncel işlerini içeren “Her Şey Yolunda” sergisi, bugünün dünyasının farklı kültürlerden üç kadın sanatçıya ait güncel okumalarını sunuyor.


Arzu Eş.
Monika Bulanda’nın soyut bir alanı keşfe çıktığı ve adeta bir kaçış aradığı işlerinde kullandığı özgün teknik ve malzeme sanatçının sanat pratiğini öne çıkaran izler olarak görülebilir. Bulanda’nın eserleri izleyicinin bakışı ile yeniden yaratılarak izleyiciyle doğrudan bağlantı kurar ve her bir bakışta yeniden şekillenir. Arzu Eş’in geçmişin sanatına dair yazılanlarla günümüzün cümlelerini hayvan imgeleriyle buluşturmak düşüncesinden yola çıkarak hazırladığı çalışmalar, günümüz politik tarihinin karmaşası, siyasi çatışma ortamının yarattığı kaos, kirlilik, yozlaşma yüzleşme, arınma, bilinç kaybı, acı ve silinme gibi süreçlere dönüşüyor. Sanatçı bilincin yenilenmesi, tedavi edilmesi, provoke etme, yazma, eylemsizlik ve aynı zamanda sadece nefes alıp verme eylemiyle devam eden sürece yeni kodlar ve yeni cümleler arayışıyla devam etmekte. Genelde kadının ve çocuğun sosyokültürel yapı içindeki yeri ile ilgilenen ve kendi de bir göçmen olup Sydney de yaşayan Mehwish Iqbal, çoklu ve kırılgan katmanlar yaratarak kolografi, serigrafi, gravür ve kolaj gibi bir çok baskı tekniğini bir araya getiriyor. Farklı görsel bir dil yaratma çabasında olan sanatçı bu yeni işleriyle bizlere renk, doku ve çizgilerden oluşan ve yaşadığımız dünyayı olumlamaya yönelik bir bakış açısı sunuyor.

BİLGİ İÇİN
Kare Art Gallery
Abdi İpekçi Caddesi Ada Apt. No:22 K.2 D.8 34367 Nişantaşı İstanbul