Ahmet Rüstem Ekici, “Gidenler”, 2015, Plastik ceset torbası, plastik oyun havuzu topları, 140 x 70 x 35 cm. |
artnivo.com,
Zorlu Performans Sanatları Merkezi ile işbirliği içinde yaptığı küpler
projesine “Reloaded” ile devam ediyor. Sanatçıların üretim sürecinde belirli
bir ana başlık altında toplanmadan, bağımsız bir şekilde mekanı kullanmalarının
amaçlandığı sergide, Ahmet Rüstem Ekici, Çağrı Saray, Eylül Ceren Ersöz,
Jacqueline Roditi, Manolya Çelikler, Neslihan Karaağaç, Öykü Ersoy, Özge
Enginöz ve Sadık Arı'nın eserleri yer alıyor. Sergi 17 Kasım 2015 - 24 Ocak 2016
tarihleri arasında Zorlu PSM’de görülebilecek.
Her
sanatçıya kendilerine ayrılmış alanlarda sergileme olanağının sağlandığı bir
solo sergiler bütünü olan proje, sanatçıların mekanı birbirlerinden bağımsız
olarak değerlendirmelerine olanak sağlarken, bir taraftan da güncel konuların
ve yaşanılan coğrafyanın eşliği sebebiyle birbirleriyle kesişiyorlar.
Çağrı Saray. |
ÇAĞRI SARAY, “Kırmızı Oda: Sekanslar”,
2005, Enstalasyon, 1.35 x 25 m, 2+1 ed.
İzleyicinin
serginin başında ve sonunda karşılaştığı, mekanın dış duvarına dev boyutta
uygulanan 'Kırmızı Oda: Sekanslar' ile Çağrı Saray, her bir sekansın çizgi
roman estetiğine yakın olduğu, lekesel çizim değerleriyle ifade edilen 34
sekanstan oluşan bir duvar resmi sergiliyor. Proje, yapı olarak film sanatına
farklı bir açıdan yaklaşıyor. Bir filme dair her şeyi içinde barındıran bu iş,
izleyici için yeni bir öneri sunan ve film izleme edimini değiştirmeyi
amaçlayan bir “film”. ‘Kırmızı Oda: Sekanslar’, ‘Kırmızı Oda’ adlı işin
senaryosundaki sekanslardan oluşan bir duvar enstalasyonudur. Sergi mekanında
sergilenecek olan enstalasyon, izleyicinin 32 sekansın tümünü (yani resimlerin
tümünü) izlemesi sonucunda bitmiş bir filme dönüşmektedir.
Proje,
“film”in temel yapı taşları olan senaryo, görsel, ses gibi elemanların
eksiltilmesi, eklemlenmesi ve dönüştürülmesiyle ortaya çıkmıştır ve sinemasal
anlatının sunduğu olanakları, senaryo temelli olan işlerin üretilmesi için bir
yöntem olarak kurgulamaktadır. Bu dönüşümlere paralel olarak hem içeriksel hem
de yapısal farklılıklar barındırır. Çekim senaryosu da Çağrı Saray tarafından
yazılmış olan proje, edebiyat alanına dair açık göstergeler taşımasından dolayı
sistematik olarak edebiyat alanına dair belli yapıtlara da referanslar verir.
Senaryonun ve bu senaryoya bağlı üretimlerin tümü, içerik bağlamında Çağrı
Saray’ın işlerinde ve üretim dizgesinde odaklandığı kimlik, kişisel tarih ve
bellek gibi kavramlarla ilişki içindedir.
Özge Enginöz. |
ÖZGE ENGİNÖZ, “Yıldızlı Gökyüzünün Gücü
Adına”, 2015, 6 adet ışıklı kutu 20x24 cm, 6 adet forex üzerine C-print, 3+1 Edisyon
Küplerde
yer alan sanatçılardan Özge Enginöz, 'Yıldızlı Gökyüzünün Gücü Adına' isimli
çalışmasında bize insanın, öznelliğini güçlendirerek tanımladığını zannettiği
dünyanın aksine bakarak görebileceği, hatta göremeyeceği ama belki
hissedebileceği yerde olduğunu hatırlatmak isteğinde, buluntu fotoğraflardan
oluşturduğu yerleştirmesini sergiliyor. Özge Enginöz çalışmasını şöyle
anlatıyor: “İnsan, kafasını kaldırıp gökyüzünü incelemeye başladığı noktada
kendini evrenin sonsuzluğunda (bir parçacık/partikül olarak) kavramaya
niyetlendi. Paul Vallery 'Mallerme Hatıraları, Mallerme Üzerine' isimli kitabının
'bir zar atımı' şiiri için Mallerme'nin kendisinden yardım istediği bölümde bir
anısını şu vurguyla bitirir: ‘Mallerme’nin yıldızlı gökyüzünün gücü adına bir sayfa yaratmaya çalıştığını
düşünmüştüm!’.
Enginöz,
Vallery'nin bu vurgusundan yola çıkarak ''Yıldızlı Gökyüzünün Gücü Adına'' ismini
verdiği serisinin bir bölümünde, gözlem ve rastlantısallıkla eriştiği
fotoğrafları, uzayın sonsuzluğunu ve yıldızları temsil eden iki boyutlu bir harita ile birleştirir. Çalışmalarında
evrenle bir olduğumuzu işaret eden kadrajlarla sanatçı, insanın göremeyeceği
ama belki de hissedebileceği yerde olduğunu hatırlatmaktadır. Hayatın içinde ve
sonrasında insanın yeri ile sonsuzluk içindeki konumunun görsel olarak dilini
ararken aynı seri içindeki diğer çalışmalarında ise, fotoğrafları gökyüzü
haritası üzerinde üç boyutlu kutular
içine yerleştirerek, evren, sonsuzluk ve kaos içindeki konumumuzu estetik
olarak görselleştirmektedir.
MANOLYA ÇELİKLER, “Help”, 2015, Kağıt
üzerine dikiş, 210 x 150 x 80 cm.
Manolya
Çelikler ise, göçmen olmanın, ana dilinde konuşamamanın bir tercih olmadığını
ve göç sürecinin güçlüğünü haritalardan oluşturduğu büyük boyuttaki kağıt
gemisiyle izleyiciyle paylaşıyor. Manolya Çelikler sergi için ürettiği
çalışmasını hakkında şunları kaleme almış: “Ülkesini ve sevdiklerini bırakıp
savaştan, zulümden, tecavüzden ve ölümden küçücük bir gemi ye binlercesi
sıkışarak kaçmaya çalışan, gittiği ülkede aylarca gözetim altında kalan,
merkezlerde yaşayan, yabancı olduğunu ve istenmediğini iliklerine kadar
hissedip devam etmek zorunda kalanlar...
Şu
anda bulunduğumuz konum, yaşam içinde yaptığımız tercihlerin sonucudur ki yaşam
dediğimiz de bir tercihler bütünüdür aslında. Özgür iradedir insanı ve ona
armağan edilen yaşamı çeşitli ön adlarla nitelendirdi.
Bazı
hayatlar dışında...
Onlar
tercih etmediler, dayatıldı. Mutlu sonla bitmeyince yaşam öyküleri de ilgi
çekmedi zaten. Göbek bağının koptuğu topraklardan ötelendiler. Eminim tahmin
edemezlerdi. Rüyalarında bile daha az konuşmaya başlayacaklarını ana dillerini.
Tarihe düşman, kendisine yabancı. Yüreklerinde hep bir ağırlıkla dolaştılar en
az suçları kadar büyük; o topraklarda
doğmak, mülteci olmak...
Mülteci
olmak bir tercih değildir!”
AHMET RÜSTEM EKİCİ, “Gidenler”, 2015, Plastik
ceset torbası, plastik oyun havuzu topları, 140 x 70 x 35 cm.
Ahmet
Rüstem Ekici'nin içini renkli plastik toplarla doldurduğu, yine aynı plastikten
üretilmiş çocuk ceset torbası, özellikle son iki senedir yaşanan çocuk
ölümlerinin acısını anımsatma niyetinde. Ahmet Rüstem Ekici çarpıcı işini
anlatıyor: “Dünyanın oluşumundan, ilk insani eylem ve olgulardan çok daha sonra
hayatımıza girmiş bir malzeme olan plastik yaşamımızın her yerinde.
Çevremizdeki her şey plastik, doğada yok olması en uzun süren malzemelerden
biri yine plastik. Bu kadar ölümsüz, şekillenen ve şekil veren bir malzemenin 2
uç noktada, ölüm ve yaşam döngüsündeki yerinin en görünür iki şekil almış formu
hayat dolu, oyun oynanan plastik top havuzu topları ve çoğu zaman trajik bir
şekilde karşımıza çıkan insanın bir atık gibi son bulunduğu yerden çıkmasını
sağlayan ceset torbası.
Trajik
ölümlerin insanlar üzerinde bıraktığı izler ve geride kalan renkli hayatların
çarpıcı izleri. Kıyıya vuran çocuk, güçler tarafından öldürülen güçsüzler,
renkli hayatların son bulduğu ve renksiz bir şekilde herhangi bir atık malzeme
gibi taşındığı ceset torbaları. Varlığın ve yok olmanın kontrast birleşim
üzerine bir düşünce.
Ölen,
öldürülen her bireye, çocuğa simgesel bir gönderme. Siyahlığa, karanlığa
bürünmeden önceki renkli hayatın film şeritleri gibi geçişi... Neredeyse
ölümsüz malzemenin, ölümsüz olabilecek anılar ile son yolculuğundan bir kare.
Galerinin
bir köşesinde sergilenmesi yerine, Zorlu PSM, Artnivo küplerinde izleyicinin
bir anda siyah bir odaya girerek karşılaşacağı ceset torbası ve renkli topların
kompozisyonunun, dengeli birleşimlerinin çok daha kuvvetli bir algı yaratacağını
düşünüyorum. Son zamanlarda tıpkı bu küpler gibi fikirden fikire yolculuk
yapıyoruz. Çevirdiğimiz her gazete sayfası, tıkladığımız her haber bizi başka
bir olaya sürüklüyor. Ölüm ve yaşam da bu fikirlerden biri; karanlık, trajik
ama esprili.”
NESLİHAN KARAAĞAÇ, “İsimsiz”, 2015, PVC
üzerine akrilik ve zift, 350 x 136 cm (x2)
PVC
üzerine boya uyguladığı işlerle sergide yer alan Neslihan Karaağaç ise, yapay
ve soğuk bir malzemeyle soyut formlar oluşturarak, günümüz dünyasının yansıması
niteliğinde bir alan yaratıyor. Yaratının estetik duygu aktarımını; akrilik
malzemeyi, akıtma, dökme, damlatma gibi süreçler sonucunda kompozisyon
şemalarında oluşturmak isteyen sanatçı, geleneksel tuval ve diğer malzemeler
yerine, kalın PVC kullanmakta, böylece bilinen kural ve klasik olanakları
aşmakta, yaratısını ve gizli mesajlarını hem arka plana, hem de tüm mekanı
kapsayacak bir yeni sonsuz boyuta taşımaktadır.
Renklerin
ve lekelerin bilinçaltı yolculuğu fark edildiğinde, ortaya çıkmış olan
yaratıların statik değil, devingen, ilerlemeci ve yayılmacı bir ivme ile
bilinçaltı kavramlarına göndermeler yaptığı, durgun veya uykudaki bilinç
birikimlerini harekete geçirdiği görülmektedir. Hayata, bilince, dahası
yaratılış ve kaotik evren kavramlarına geçişler yapmak isteyen bu çalışma,
doğumdan ölüme, büyük patlamadan kaçınılmaz geri sönüşe kadar insanlığın
kavrayabileceği tüm kavramları kışkırtıcı bir üslupla taşımaktadır.
Platon’un
mağara metaforuna da estetik düzlemde gönderme yapan ve İrlandalı heykeltıraş,
enstalasyon sanatçısı ve eleştirmen Brian O’Doherty’nin 1970’lerde tartışmaya
açtığı “Küp” kavramını da içeren bu üretim, modern teşhir biçimi olan “sanat
galerisi”ni de simgelemekte, böylece “İştahı kabarık sanat sistemi” kapsamında,
olgudan olaya, ressamdan esere, mekândan zamana yatay ve seri geçişlerle
koşmaktadır.
SADIK ARI, “Talan”, 2015
Kağıt
üzerine çizimleriyle bilinen Sadık Arı, gündemin karamsarlığından uzak kalmanın
imkansızlığında, çözümü her şeyin başladığı yere, doğaya bakarak bulma maksadı
taşıyor. Sergide son dönem çizimlerine yer veren Arı, bize biraz karamsar ama
doğanın yüceliğinden güç alan bir alan yaratıyor. Sadık Arı çalışmasını şu
sözlerle anlatıyor: “Devlet için toprak; mülkiyetimiz, vatanımız uğruna
insanların canına kıyılan bir meta. Oysa toprak, bizi bu dünyaya bağlayan,
tutan, besleyen, ölümüzü sahiplenen, dünyanın kendisi. Bu coğrafya katman
katman, silinmiş uygarlıklarla dolu. İnsanlık tarihi savaşlarla, katliamlarla
sürüp gidiyor. İçinde bulunduğumuz bu dönemde de bu böyle devam ediyor. Gün
gelecek toprak bizim uygarlığımızı da katmanlara sıkıştıracak. Bizim
birbirimize olan nefretimiz toprak tarafından emilecek ve unutulacağız. Talan,
bu iyileştirici gücüyle toprağı ve insanı anlamamıza yardımcı küçük bir seri.”
Eylül Ceren Ersöz. |
EYLÜL CEREN ERSÖZ, “Die Weisse Rose / Beyaz
Gül”, 2015, Enstalasyon
(10 adet ağaç üzerine yağlı boya, ip, bildiriler,
damga).
Eylül
Ceren Ersöz ise, küpünde 1942 yılında kurulmuş, Hitler karşıtı barışçıl bir
örgüt olan 'Beyaz Gül'ün hikayesini sunuyor. İnceleme alanı olarak kurguladığı
küpte Ersöz, örgütün bilgilerine ulaşma sürecini, örgütün tarihini, belgelerini
ve karakterlerini yeniden üretiyor. Ersöz, enstalasyonunu şu sözlerle
anlatıyor: “Gerçek bir hikayenin farklı mediumlarla tekrar hayat bulmuş halidir
Beyaz Gül. Toplumlar, kültürler, dönemler değişse de her yerde aynı olan
“gerçek”lerdir.
18
Şubat 1943'te Üniversitede savaş karşıtı bildiri dağıtırken okulda çalışan
görevli Jakob Schmid tarafından yakalanıp gestapo tarafından tutuklanan, 22
Şubat 1943 tarihinde Roland Freisler’in yaptığı mahkemede, Sophie Scholl erkek
kardeşi Hans ve arkadaşları Christoph Probst vatan hainliğinden suçlu bulunup
ölüm cezasına çarptırılmış, cellat Johann Reichhart tarafından idam edilmiştir.
Grubun diğer üyeleri Alexander Schmorell, Willi Graf ve Kurt Huber ise 9 Nisan
1943 tarihinde ölüm cezasına çarptırılıp infaz edilmiştir.”
ÖYKÜ ERSOY, “Mahal”, 2015
Kent
üzerine çalışmalarıyla tanınan Öykü Ersoy, bireyin kent ile kurduğu çarpık
ilişki üzerine giderek, silikleşmiş, kimliksiz kentler resmediyor ve
çalışmasını şöyle anlatıyor: “Kent insanı, kentin doğasına dönüşmüş, kaos
içinde var olabilmek adına kendine ait bir mekana gereksinir. Bu mekanın bireye
dair bir düzen içermesi gerekir. Aksi durumda, birey aidiyetsizlik, yalnızlık,
güvensizlik (güvende hissedememe) gibi korkularla yüz yüze kalır. Bu açıdan değerlendirildiğinde
sanatçı mekanı, bireyi yutup kendisine benzeten, giderek onu kapsayabildiği bir
nesneye çevirme olasılığının dışına taşıyarak okur ve işlerinde, mekanı
iktidarı altına alan, onun donuk yapısını bozan bir tutum takınır. İşlerle altı
çizilmeye çalışılan bakış̧ açısı; bireyin mekanı kendine benzetebilmesi; onu
yaşanır, kendine ait, giderek de kendisinin bir parçası haline dönüştürebilmesi
ve bu konudaki yaratıcı gücüdür. Kent bireyi, kent kaosunda hepsi birbirinin aynılaşmış
mekanlarda nefes alabilmek için, mekanı olarak gördüğü alanı yeniden
yorumlamalı, mekanı kendileştirmelidir.”
“Mahal”
projesi, küp formundaki mekanı renk müdahaleleriyle formundan uzaklaştırmayı amaçlıyor.
””Bozkır Hüznü”, “Ben Nerede Yatacağım?”, “Yer”, olmak üzere 3 aynı bölümden oluşan
proje, küpün içerisinde oluşturulan yeni mekanda sergilenerek mekan içerisinde işlerin
nesne olmak yerine özneye dönüşüp kendine ait bir mekanı şekillendirmesini
resimsel bir dille inceliyor.”
JACQUELINE RODITI
Kente
bir başka açıdan bakan, zamansız ve melankolik fotoğraflarıyla bilinen
Jacqueline Roditi ise, kentten izlerini bize büyük boyuttaki fotoğraflarıyla
aktarıyor. Jacqueline, "I Had a Dream within a Dream" isimli
serisinde, rüyalarla ilgili kitabı üstünde çalışırken not ettiği rüyalarından
yola çıkıyor. Kitaptaki ana karakterin uykuyla uyanıklık arasında takılıp
kaldığı arafta, rüya aleminin onu daha mutlu ettiğini keşfedip günlüklerinde ve
hafızasında kalanları onlara en yakın biçimde fotoğraflayarak somutlaştırarak
kendi gerçekliğini yaratmak istemesi, Jacqueline'in de serisinin temelini
oluşturuyor. Rüyalarımızı karşı tarafa hiçbir zaman değiştirmeden aktarırken, başımızdan
geçen çoğu olayı subjektif bir şekilde ifade ederek çarpıtmamız, sanatçıya
hangisinin daha gerçek olduğunu sorgulatıyor. Fotoğrafları rüyalarını
somutlaştırırken, rüyaları da kendisini bu dünyadan soyutluyor.
"lt
was raining while I was sleeping
l
had a dream within a dream
l
was flying above the sea
You
started to bleed suddenly
l
tried to reach the island called Kani
Before
strangers took me
And
then they hunted me
When
I woke up I was pregnant by a tree"
"Reloaded",
17 Kasım - 24 Ocak tarihleri arasında her gün 10:00-21:00 saatleri arasında
Zorlu PSM'de izlenebilir.
artnivo.com yeni, farklı ve
seçilmiş çağdaş sanat eserlerinin galeri mekanından çıkıp daha geniş kitlelere
ulaşmasını sağlamak için kurulmuş online çağdaş sanat platformudur.
Bilgi
için: 00 90 212 – 225 63 26
art@artnivo.com
www.artnivo.com