27 Ekim 2014 Pazartesi

NAİF BİR MÜZE, NAİF BİR YARIŞMA VE NAİF TÜRK SANATÇILARININ BAŞARISI

Amanda A. White, “Jane ve Cassandra Austen, Steventon Kilisesi’ne Yürüyor, Christmas Sabahı”. 

Nebahat Karataş, "Kale".
Kanada, Quebec, Magog’da bulunan Musée International d'Art Naïf de Magog (Uluslararası Naif Sanat Müzesi Magog)’un düzenlediği REVIM14 (Rendez-Vous International à Magog-2014) isimli üç aşamalı yarışmada, iki Türk sanatçı başarılı sonuçlar elde etti.

YAZI: ÜMMÜHAN KAZANÇ

Yarışma ve müze hakkında yazacaklarıma geçmeden önce, naif sanat ile ilgili uzun süredir aklımdan geçenleri sizlerle paylaşmak isterim. Arkeoloji ve Sanat Tarihi eğitimi üzerine, çağdaş sanat yüksek lisansı yapan biri olarak Mağara Sanatının öncülüğünü ve ilkelliğini; Rönesans’ın çığır açan coşkusunu; Çağdaş sanatın felsefesini ve kavramsal altyapısını; İslam Sanatının, kaligrafinin büyüleyici çekiciliğini, Geleneksel Sanatlarımızın buram buram Anadolu kokusunu da severim. Fotoğraf Sanatına tutkunum. Bir de Heykel Sanatı vardır ki, güzelliği ve özelliği karşısında söyleyecek çok fazla sözüm yok. Naif Sanatın çocuksu ruhunun tadını ise tarif edemem. Kısacası tüm sanat dallarına kendimi çok hissediyorum. Hepsinin aynı ölçüde desteklenmesi de en büyük hayalim. Ne yazık ki herkes SANATKÂR ya da ZANAATKÂR olamıyor.
Son yıllarda dünyada ve özellikle Türkiye’de çağdaş sanata verilen destek nedeniyle, bırakın naif sanatçılarımızı, birçok önemli başarıya imza atmış orta kuşak sanatçımızı, güzel sanatlar fakültelerinden mezun olan yüzlerce genç sanatçımızı ne fuarlarda, ne bienallerde, ne de önemli galerilerin sergilerinde göremiyoruz. Türkiye’nin önemli sanat etkinliklerinde sürekli aynı 100 (bu da iyimser bir rakam) sanatçının ismi geçiyor. Devlet desteğinin de neredeyse yok olduğunu var sayarsak, birçoğu kendi çabalarıyla sanat camiasında var olmaya çalışıyor.
Bu anlamda İstanbul’dan fersah fersah uzak, oldukça küçük ölçekli bir müze de olsa, Magog Müzesi’nde düzenlenen yarışmada iki Türk sanatçımızın başarılı olmasını çok önemsiyorum. Yarışmanın en başından itibaren, Müze yetkililerinin –ki neredeyse müzenin tüm ekibi gönüllü olarak çalışıyor- sanatçılara gösterdikleri yakınlık, yarışmanın tanıtımı ve de ülkemize kadar gelerek ödüllerinin takdim edilmesi, bir kez daha yurtdışında sanatın her dalına gösterilen saygıya hayran olmamı sağladı. Birçok sanat dalının neredeyse görmezden gelindiği ülkemizde, bir hayalin gerçek olmasını ve tüm plastik sanat dallarının eşit ölçüde desteklenmesini, onlarca farklı temada müzemiz olmasını, sanat sokaklarının açılmasını, daha fazla sayıda sanatçımızın, daha fazla sayıdaki fuarlarda temsil edilmesini umut ediyorum.

REVIM14 (Rendez-Vous International à Magog-2014)
Magog Müzesi’nin düzenlediği REVIM14 (Rendez-Vous International à Magog-2014) Yarışmanın ilk aşamasında “Ville de Magog” isimli, 1000 Kanada Doları değerindeki “Büyük Jüri Ödülü”nü İngiltere’den Amanda A. White (ABNA üyesi), “Jane ve Cassandra Austen, Steventon Kilisesi’ne Yürüyor, Christmas Sabahı” isimli eseri ile almaya hak kazandı. Fransa, İtalya, Rusya, Brezilya ve Kanada’dan katılan uluslararası jüri üyeleri aynı zamanda yarışma sonucunda düzenlenen büyük sergi için 22 eseri de seçti. Bu 22 eser arasında Türkiye’den Hayal İrtegün’ün bir çalışması da yer alıyor olması gurur verici. Sergi, 21 Aralık 2014 tarihine kadar devam ediyor.
Yarışmanın ikinci aşamasında, yarışmaya katılan tüm 89 eser -sergilemeye layık görülenler de dahil- internet üzerinden oylamaya sunuldu. 9255 oy sonucu yine önemli naif sanatçılarımızdan Nebahat Karataş “KALE” isimli eseriyle 500 Kanada Doları değerindeki “Cloud Prize”a layık görüldü. “Cloud Prize”ın sponsoru Claude Bernier, bir sanat hamisi ve Magog Müzesi’nin destekçilerinden. Yarışmanın bu bölümünün bir diğer ilginç detaylarından biri, oy kullanan 9255 kişi arasından tombala sistemi ile seçilen Bayan Pierrette Duguay’a, Alain Bissonnette isimli Kanadalı naif sanatçının orijinal bir eseri hediye edilmiş olması.
Yarışmanın üçüncü aşaması ise “Büyük Jüri”nin seçtiği ve 21 Aralık 2014 tarihine kadar sergilenen 22 eser için, sergiyi gezen sanatseverler tekrar oy kullanacak ve “Kalp Durdurucu - Prix coup-de-coeur” olarak adlandırılan ödülü kazanan sanatçı Ocak 2015’te açıklanacak. 500 Kanada Doları değerindeki bu ödülün sponsoru ise Musée International d'Art Naïf de Magog’un kurucusu ve sanatçı Yvon M. Daigle.

KÜLTÜR ELÇİSİ JAQUES DUPONT
Bu yarışmadan nasıl haberim olduğunu da anlatmak isterim. İzmir’in Çatalkaya Dağı’ndaki Kavacık Köyü’ne yerleşen ve çalışmalarına buradaki atölyesinde devam eden önemli naif sanatçılarımızdan Şebnem Çamdalı (http://sebnemcamdali.8m.com) ile uzun süredir dostluğumuz devam ediyor. Kanada’daki bir yarışmadan davet aldığını ve yazışmaları onun adına yapıp yapamayacağım konusunda bir ricada bulundu. Ben de seve seve kabul ettim. Magog Müzesi’nin yöneticilerinden Jacques Dupont ile bu vesileyle yazışmaya başladık. Yazışmalarımız sırasında Jacques ve eşi Linda ile dostluğumuz da gelişti. Yarışma bitiminde Jacques ve eşi, hem yarışmaya katılan sanatçılarla tanışmak, hem de ödüllerini takdim etmek üzere ülkemize geldi. İzmir’de Hayal İrtegün ile buluştular, Kuşadası’nda Nebahat Karataş’ı ziyaret ederek ödülünü sundular. Hatta Şebnem Çamdalı’nın yaşadığı Kavacık Dağ Köyü’ne bile giderek birkaç gün geçirdiler. Biz de İstanbul’da çok keyifli bir gün geçirme şansı yakaladık. Şu noktayı özellikle belirtmek isterim ki, Müze’nin profesyonel müdürü dışındaki tüm ekibi, Jacques da dahil olmak üzere gönüllü olarak çalışıyorlar. Amaçları Naif Sanata destek vermek ve daha geniş kitlelere ulaşmasını sağlamak. Teşekkürler Jacques!...

YVON M. DAİGLE’NİN NAİF SANAT MÜZESİ HAYALİ
Kanadalı naif sanatçı Yvon M. Daigle’nin hayali olan Musée International d'Art Naif de Magog (MIANM), 24 Eylül 2002 yılında 18 ülkeden sanatçının, 168 sanat eserini sergilemek üzere kapılarını açar. Müzenin tarihi, koleksiyonu ve etkinlikleri ile ilgili detaylı bilgiye http://artnaifmagog.com/ adresinden ulaşabilirsiniz.
Yvon M. Daigle, Bathurst, New-Brunswick’te 1939 yılında doğar. Sacred Heart University of Bathurst’ta Sanat Eğitimi alır, Laval Üniversitesinden İlahiyat Lisansı ve Moncton Üniversitesinden ise felsefe yüksek lisansı alır. 1969’dan 1997 yılına kadar felsefe eğitimi verir. 1975 yılında çok yakın bir arkadaşının vefatı üzerine resim ile ilgilenmeye başlar. Bir gece rüyasında Çinli Bilgelere benzeyen yaşlı bir adam “Siyaha Bürün” der ve o günden sonra kendini naif sanata adamaya karar verir ve “Naif Sanatın Ruhunun Dostu” olur. Müze hayalinin gerçekleşmesi 25 yılı bulur. Kendi Uluslararası Naif Sanat Müzesi’ni açmak isteyen naif sanatçı Yvon M. Daigle, birçok ülkeye seyahat eder, eser satın alır, değiş tokuş yapar, müze için bağış kabul eder. Bugün, Musée international d'art naïf de Magog’un koleksiyonunda 32 ülkeden 250 sanatçının 700 eseri bulunuyor ve Kanada’nın sadece Naif Sanata adanmış tek müzesi olma özelliğine sahip.

NEBAHAT KARATAŞ ve “CLOUD PRIZE”
“Cloud Prize”a layık görülen naif sanatçımız Nebahat Karataş ile yarışma ve naif sanat konusunda konuştuk.

Sayın Nebahat Karataş, öncelikle tebrik ediyoruz. Kanada, Quebec, Magog’da bulunan Musée International d'Art Naïf de Magog (Uluslararası Naif Sanat Müzesi Magog)’un düzenlediği REVIM14 (Rendez-Vous International à Magog-2014) isimli üç aşamalı yarışmada, internet üzerinden verilen 9255 oy sonucu “KALE” isimli eseriniz “Cloud Prize”a layık görüldü. Yarışma hakkında düşünce ve duygularınızı öğrenebilir miyiz?

Musee International d'Art Naif de Magog'un yarışması benim için bir ilk. Resmimin kültürel ağırlıklı oluşu ve uluslararası bir yarışmada Türkiye’yi temsil etmesi heyecan vericiydi. Sunumu ve duyuruları sıcak, ifadeleri samimi, titiz ve nitelikli kişiler tarafından hazırlanmış güzel bir yarışma.

Resim ile ilgilenmeye üniversite yıllarında başlamışsınız. Hocanız usta naif sanatçı Fahir Aksoy’un da yönlendirmesiyle “Naif Sanat” alanında çalışmaya karar vermişsiniz. 2004 yılındaki sergi kataloğunuz için Fahir Aksoy kaleme aldığı yazısında şunları söylüyor: “Bazı insanlar doğuştan sanatsal yaratılara yatkın olarak kendilerini kanıtlamak isterler. Nebahat Karataş, birinci kategoriye giren bir sanatçı. Yaşam denen bu kısa dünya yolculuğunda, yaşam hazzı ve heyecanı veren ve onu belli bir seviyeye yücelten olgu hiç kuşkusuz sanatsal uğraşılarıdır. Sanat, onun yaşamında, ‘olmazsa olmaz’ bir olgudur.” Siz naif sanat yolculuğunuzu bize anlatabilir misiniz?

Naif sanat yolculuğum 1995 yılında, Devlet Resim ve Heykel Müzesindeki resim kursuyla başladı. Detaylı çalışmalarımdan sanat eleştirmeni İbrahim Karaoğlu’nun Fahir Aksoy’a bahsetmesiyle, Erdek’te yaşayan Fahir hocam beni telefonla aradı. Tanıştık ve sohbet sonrası naif çalışmalarım için kursu bırakmamı önerdi. Bana, Türk Tarih Kurumu Yayınlarından NASÜHÜ'S-SİLAHİ (MATRAKÇI)’dan yedi resim ödevi verdi. 4-5 aylık bir çalışmayla yaptığım resimleri Erdek’teki Hocama götürdük. “Bu iş tamam, yolun açık olsun. Ama unutma bu yol çok dik bir yokuştur” dedi. Daha sonra misafirimiz olarak Ankara’ya geldi ve çalışmalarımı gördü. Yıllar içinde dostluğumuz devam etti ve karma sergilerde buluştuk. Naif sanatla ilgili bize yüklediği bilgiler ve öneriler bu yolculuğumda bana ışık olmuştur. İlk günkü heyecan ve sevgiyle yola devam ediyorum. Sevgili hocam Fahir Aksoy’u rahmetle anıyorum.

Türkiye’de son yıllarda naif sanata yeterince ilgi ve destek verildiğini düşünüyor musunuz? Bu konuda neler yapılabilir?

Ülkemizde naif sanatın yeterince bilindiği ve tanıtıldığı kanısında değilim. Gençlere ve çocuklara naif resmi tanıtmak isterim. Ben resimlerimi heyecan, keyif ve coşku içinde yapıyorum. Onların da bu hazzı duymalarını isterim. Özgürsünüz, kurallar sizin ve teknik kendi tekniğiniz, hiçbir bağlantınız yok. Kurslarda ve okullardaki resim derslerinde içgüdüler ve hayal güçleri ön plana çıkmalı. İlkeler, teknik bilgiler ve eğitim ayrı bir yol olmalı.

Kazandığınız 500 Kanada Doları değerindeki ödülü Karataş Vakfı’na vereceğinizi biliyoruz. Biraz da vakıf çalışmalarınız hakkında bilgi alabilir miyiz? Bu vakfın kuruluş hikayesi oldukça hüzünlü. Ama tam anlamıyla bir yaşama tutunma hikayesi.
Hayatta her sonun bir başlangıç olduğunu biz yaşayarak öğrendik. Karataş Vakfı, kaybettiğimiz oğullarımız adına kuruldu. 1998 yılında kurulan vakfımızın amacı; spor, eğitim, sağlık ve sanatta gençlerimize ve çocuklara destek olmak. İhtiyacı olan başarılı öğrencilere burslar veriyoruz, Gökçe Karataş İlkokulu’nun temel ve kalıcı giderlerine yardımcı olarak çalışmalarımız sürüyor. 1999-2008 yılları arasında; her yıl Türkiye genelinde düzenlenmiş olan spor ödülleri, Vakıf tarihinde güzel bir anı olarak kalacaktır. Ayrıca vakfımız bu yıl 13.sü yapılacak olan Ankara Çapında İlkokullararası resim yarışması hazırlıklarına da başladı. (http://www.karatasvakfi.org/)

Son olarak gelecek ile ilgili planlarınız öğrenebilir miyiz?


Yaşama tutunmanın sevgi ile olduğuna inanıyorum. Doğa’yı ve hayvanları seviyorum. Onların sevilip korunması için, çocuklar için ve tabii ki naif sanatın tanıtılması için gönülden çalışmalarım devam edecek. Kazandığım ödülle Ankara Kalesi, Seymenler ve Türkiye’yi tanıttığım için çok gururluyum. Yarışmayı düzenleyen yöneticilere sonsuz teşekkürler. Sizin de konuya ilginiz ve desteğiniz beni çok mutlu etti. Teşekkürler.

23 Ekim 2014 Perşembe

DENİZ SAĞDIÇ: “TİN, BENİM İÇİN; YAPITLARIMIN HAYATA GELİŞ SÜRECİNİN TAM KARŞILIĞIDIR.”














11 Kasım - 20 Aralık 2014 tarihleri izlenebilecek Ressam Deniz Sağdıç’ın kişisel sergisi ile ilgili sohbetimize eşi Sanat Yazarı Dolunay May da eşlik etti. Sadece sanat üretimi değil, sanat üretiminin arkasındaki felsefe ve sanatçının sosyolojik, psikolojik formasyonu da konuşmamızın odağını oluşturdu.

RÖPORTAJ: ÜMMÜHAN KAZANÇ

Sevgili Deniz, “TİN” başlıklı sergin 11 Kasım – 20 Aralık 2014 tarihleri arasında Güneş Sigorta Sanat Galerisi’nde yer alıyor. Beşinci kişisel serginde, geçmişten buyana birçok sanatçının, düşünürün inceleme ve deneme alanına girmiş olan “Tin” kavramına pentür üzerinden nasıl bir bakış sunuyorsun?
Deniz: “Tin”, düşün dünyasınca dile getirilmiş, o dünyadan ayrı düşünülemeyecek sanatçıların da kafa yordukları bir terim. Üzerinde çokça düşünülmüş, işlenmiş, bu nedenle de aynı zamanda riskli, iddialı bir başlık. Ama sanatın tam da anlamının; bu tür tartışmaların, risklerin, iddiaların sularında yüzmek, düşün dünyasının temas ettiği düğümleri gevşetmeye çalışmak, kendince çözüm önerileri sunmak olduğunu düşünüyorum. Zaten kavramlar dünyası, düşünce adamlarının ve sanatçıların işgal ettiği yegâne alan değil midir? Bildiğiniz gibi terimin Batılı aslının dilimizdeki karşılığı bile tartışmalı. Ama tartışmanın taraflarının iddialarının yanında tabii ki “Tin”in benim düşün dünyamdaki karşılığıdır sergimdeki yapıtlar. “Tin” benim için; yapıtlarımın hayata geliş sürecinin tam karşılığıdır ki bu süreçten kastım, fırçanın tuvale ilk dokunduğu andan öte, beni etkileyen bir görüntünün, bir nesnenin, herhangi ruh halinin zihnimde oluşturduğu imgelemi yansıtabilme dinamiğidir.

Dolunay: Deniz ile beraberken bu duruma alışmak gerekiyor, örneğin birlikte yolda yürürken herhangi bir şey, bir ağaç, bir nesne, bizler için sıradan olan bir şeyi görüp dakikalarca inceler, o an sizinle birlikte değildir, bambaşka yerlere doğru gittiğini görebilir, bu durumuna alışık değilseniz endişe edebilirsiniz. Bir obje gibi yanına alabileceği bir şeyse, alır, değilse her zaman yanında taşıdığı defterini çıkarıp kendince resmetmeye başlar. Çoğu zaman baktığı şey ile çizdikleri bile bambaşka şeylerdir, dışarıdan bakan için…

Deniz: Bu bir idrak anı, pratik yansımalarında farklılıklar olsa da tüm sanatçıların, üreten ruh halinin bu şekilde işlediğini düşünüyorum. Hatta mağara duvarına püskürttüğü boyayla el izlerini bırakan öncül atalarımızın, aynı idrak halinin, kendi varoluşlarını deneyimleyen bir ruh halini yansıttıklarına inanıyorum. İzleyicinin, bu bahsettiğim süreçten ziyade resimlerimin karşısına geçtiğinde kendi ruh dünyasında tinsel bir yolculuğa çıkmasını, belleğinin tortuları arasında unuttuğu, belki de daha önce hiç fark etmediği bir özü deneyimlemeye teşvik edebilmeyi isterim.

“Aşk” olgusunun bu sergide ayrı bir yeri olacak gibi. Bu konuda neler söyleyebilirsin?
Deniz: “Tin” kavramı benim için aşkla ilintili. Ama bu günümüz kültürünün dile getirdiği anlamdan öte, düşünen bir zihnin, artık hayvandan ayrıştığı kesinleşen bir özün, algılamaya, anlamlandırmaya başlaması, anlamlı bulup yaşamaya karar vermesini sağlayan aşkı anlıyorum. Sanatın da bu aşkın bir aracı olarak var olageldiğini düşünüyorum. Aynı zamanda bu düşünürlerin ve sanatçıların kesiştiği bir başka nokta değil midir, filozof da sanatçı da öğrenme, sorgulama, kazıma aşkıyla yanıp tutuşmaz mı?

Genellikle resimlerinde “kadın” imgesini kullanıyorsun. Sanırım bu serginde de öyle. Kadın imgesi üzerinden vurgulamak istediğin kavramlar, söylemler nelerdir? Eşin ve Sanat Yazarı Dolunay May resimlerindeki kadın imgesini şu sözlerle anlatıyor bir yazısında: “Deniz Sağdıç resimlerinin merkezini bir kadın işgal eder. Bu kadınlar, Sağdıç’ın tercihinden öte bir bilinçaltının öngörülemez dışavurumudur çoğunlukla. Kadın imgelerinin, planlı bir eleştiriden öte güdülerin espasta hayat bulan uzamları olduğunu, formların çevresiyle oluşturdukları amorf ilişki ele verir. Deniz Sağdıç’ın hemcinslerine olan organik bağı değildir bu dışavurumun kaynağı. Bir insanlık halinin cesaret bulmuş yansımasıdır genel anlamıyla.” Bu cümlelere neler eklemek istersin?

Deniz: Aslında Dolunay güzel özetlemiş (Gülüyor). Şaka bir yana, kadının; günümüz dâhil, tarih boyunca insanlık halinin sosyolojik, kültürel, siyasal durumuna turnusol bir konumda olduğunu düşünüyorum. Şimdi siz söyleyince düşündüm de, benim yüksek lisans tezim bile kadın temeli üzerine kurulu. Bir toplumdaki ruh durumunu anlamak için kadına bakmanız kâfidir, öyle çok derinlere inmeye bile gerek yok, o toplumun kadınına ait herhangi bir fotoğrafa bile bakmanız yeterli gelecektir. İnanın en detaylı araştırmalar kadar veri sunacaktır size. Bu görülerin gerisinde bağlı olabileceğim tek düşüncenin sanatın kendi ideolojisi olduğunu sanıyorum, feminizm ya da herhangi başka kavramın öncül olduğu, ayrıştırıcı sistematiklerin varlığını tartışmalı buluyorum. Çoğu zaman bu tip yanıltıcı öngörülere neden olmamak için kadını, en azından imgesel anlamda konu etmemeye çalışsam da sonuçta “tin”in size fısıldadıklarından uzak duramıyorsunuz.

İlk bakışta “İşte bu bir Deniz Sağdıç resmi” dedirten bir resim tekniğin var. Okuyucularımız için tekniğin ve hangi sanat akımı içinde incelenmesi gerektiği konusunda bilgi alabilir miyiz?
Deniz: Evet, resimlerimin dediğiniz anlamda ayrışan bir doğası var. Hatta bu konudaki ilk tespit, profesyonel sanat hayatımın ilk yıllarında, sevgili Yahşi Baraz’ın; “Şimdiye kadar dünyanın her yerinde, binlerce sanatçının eserlerini izledim, seninkine benzer bir üslupla karşılaşmadım” sözüdür. O dönem sevimli bir jest cümlesi olarak karşıladığım bu sözün gerçeği yansıtabilme ihtimalini, Yahşi Baraz’ın tüm dünyadaki sanatı yerinde takip eden, onlarca yıllık bir tecrübeyi de arkasına alarak bu sözü sarf eden biri olduğunu sonradan öğrendim. O dönem bırakın dünya sanatını, Türk Sanat dünyasının üretimlerine bile pek aşina değilken, günümüzde internetin de imkanlarıyla, dünyada üretilen sanatın ne olduğuna dair bilginiz olmaması imkansız. Hala “resimlerin şu ressamınkilere benziyor” diyen bir tecrübe yaşamadım. Sanırım özgünlük dediğimiz de tam böyle bir şey. Ama özgünlük bıçak sırtı bir durumdur, çünkü sanatçılar değilse bile sanatseverler ya da sanat dünyasının sanatçılar dışındaki profesyonelleri de belli bir akımın takipçisi olabiliyorlar. Ama resimlerimin ayrışan yanı tekniğinden çok daha öte anlamlarda benim için. İzleyici için haliyle biçim olarak algılanan yapı, benim için ifademin pratikte hayat bulduğu bir yansıması. Dolayısıyla terminolojik olarak teknik diye tabir edilebilecek, öncül bir planlama yok ortada. İfade biçimim el yazım gibi, bir konunun eskizini bile yaparken istemim dışında, imgeler o yöne doğru şekil alıyorlar. Yağlıboyayı sevişimin ardında da bu gerçek var sanırım, çoğu zaman fırçam, yağlıboyanın kimyasal özelliklerini de arkasına katar, kontrolsüzce akar gider, tıpkı hiçbir akımın durağında mola veremeyeceği gibi.

Resimdeki başarını akademik hayatında da devam ettiriyorsun. Mersin Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü’nü 2003 yılında Fakülte Birinciliği ile tamamlamışsın. 2013 yılında başladığın Doğuş Üniversitesi Plastik Sanatlar Yüksek Lisans Programı’na da Başarı Bursu ile kabul edilmişsin. Bu başarılı çizgini ileride nasıl bir noktaya taşımayı hayal ediyorsun. Kendin için çizdiğin büyük resimde neler var?
Deniz: Başta da söylediğim gibi sanatçı olmanın bir araştırma, bilme, öğrenme, sorgulama açlığı olduğunu düşünüyorum. Hal böyle olduğunda okul gibi, sizden bir öğrenim edimi beklenen durumlarda ister istemez beklentileri karşılamış oluyorsunuz. Sıra dışı bir gelişme olmazsa, halen öğrenim gördüğüm yüksek lisans programından da birincilikle mezun olacağım gibi görünüyor. Okulları çok değerli buluyorum açıkçası, kitaplarından takip etmeye çalıştığınız, yapıtlarını, seminerlerini izlemek için özel efor sarf ettiğiniz nice değerli bilim insanını karşınızda bulmaktan, bu anlamda daha heyecan verici ne olabilir. Her sanatçıda az veya çok bulunan akademizme mesafeli yaklaşım benim için de söz konusuydu, hala öyle. Sağ olsunlar, akademik çevrenin uzunca süredir gösterdiği ısrarın üzerine başarı burslu bir teşvik de eklenince kayıtsız kalmak imkansız hale gelmişti. Bu nedenle eğitimime devam edeceğim gibi görünüyor ama bir eğitimci olmak anlamında, en azından yakın gelecekte böyle bir kariyere sanat üretimi içerisinde yoğunlaşmam söz konusu olamayacak gibi duruyor.

Bilgi için:

Güneş Sigorta Sanat Galerisi
Güneş Plaza Büyükdere Cad. No: 110 Esentepe-Şişli-İstanbul
Tel: 444 1957

www.gunessigorta.com.tr

11 Ekim 2014 Cumartesi

YÜZYILLIK HİKAYE: YEŞİLÇAM

Hülya Küpçüoğlu, “Murat Soydan ve Hülya Koçyiğit”,  2014, tuval üzerine akrilik, 60x120 cm.  










Türk Sinemasının 100. Yılı kutlamalarına gönderme yapan Hülya Küpçüoğlu’nun “Yüzyıllık Hikaye: Yeşilçam” isimli sergisi Summart Sanat Merkezi’nde 16 Ekim-6 Kasım 2014 tarihleri arasında izlenebilir.
Denizhan Özer küratörlüğünde gerçekleşecek olan sergide; Hülya Küpçüoğlu Yeşilçam filmlerinden 100 yıl boyunca aklımızda kalan sinematografik imgeleri farklı renk katmanlarıyla oluşturduğu yüzeyler üzerinde izleyiciye sunuyor. 100 yıl boyunca hayatımızın bir parçası olan Yeşilçam karakterleri ve mekanlarının yer aldığı sergi 16 Ekim-6 Kasım tarihleri arasında Summart’ta görülebilir.
Görsel Sanatlar, müzik, edebiyat, felsefe, sahne ve performans sanatları alanlarında yeni bir buluşma noktası olan Summart, aynı zamanda sanatseverler için yoğun bir iş gününün sonunda dostları ile bir araya gelerek soluk alabilecekleri bir alan olarak tasarlandı. Çağdaş sanatı ve kültür hayatını yeniden yorumlamak isteyenlere Summart özgün seçenekler sunuyor.

Adres: Huzur Mh. Fazıl Kaftanoğlu Cad. No 3 Summa Plaza
Tel: 0 212 278 71 00

www.summart.org

19 Temmuz 2014 Cumartesi

İRONİK PORTRE YORUMLARIYLA KADİR AKYOL





Kadir Akyol’un portre çalışmalarını ilk bakışta, foto-kolaj olarak algılayabilirsiniz. Ama O, tüm portrelerini yağlıboya ile dantel gibi işliyor ve ortaya ironi ve eleştiri yüklü çok özel eserler çıkıyor.

Röportaj: Ümmühan Kazanç

Sevgili Kadir, 2014-2015 sanat sezonuna yoğun bir giriş yapıyorsun. 30 Ağustos’a kadar devam edecek “DOKUZ+BİR” karma sergisinde iki eserin yer alıyor. Ama onun dışında hem yurtiçinde hem de yurtdışında birçok etkinliğe katılacaksın. Programını senden öğrenebilir miyiz?
Sizin de belirttiğiniz gibi, Mine sanat Galerisi’nde Lütfiye Bozdağ’ın Küratörlüğünü üstlendiği “DOKUZ+BİR” sergisi 30 Ağustos’a kadar devem ediyor.
12 Eylül-12 Ekim 2014 tarihleri arasında Küratörlüğünü Beste Gürsu’nun yaptığı “BİR HİKAYEM VAR” temalı sergimiz, Pera Müzesi’yle birlikte, çok önemli bir galeri olan Saraybosna Ulusal Galeri’de, Bosna-Hersek’te izleyiciyle buluşacak.
13-16 Kasım 2014 tarihleri arasında Contemporary İstanbul Fuarı’nda, İstanbul, Berlin ve New York bağlantılı “galeri piq – nyc” ve Galeri Ark ile resim ve bir düzenlemeyle fuarda yer alacağım.
22 Kasım 2014’te kişisel sergim öncesi Koleksiyoner Mete Bora’nın İstanbul’da yeni açtığı SUMMART’ta, sanatçı tanıtım programı kapsamında 480x180 cm boyutlarında özel yaptığım bir çalışma ile kişisel sergimin ön tanıtımı olacak.
22 Kasım Galeri Ark’ta kişisel sergim açılacak.
Aralık ayında Belçika’nın Başkenti Brüksel’de Türkiye-Avrupa Birliği Kültürlerarası Sanat Diyalogları T.C. AB Daimi Temsilciliği Galerisi’ndeki sergimle 2014 yılı programını bitiriyorum.

Kaya Özsezgin, resim çalışmaların ile ilgili kaleme aldığı yazısında şu cümleleri kullanıyor: “Kadir Akyol’un bu konu çevresinde, özel photo-shop teknikleri kullanarak, fotografik temsil işlevine yeni bir sanatsal kimlik katarak oluşturduğu portreler, bu geleneğin temsiliyet özelliğini sorgularken, bir yandan da kendi aile bireyleri başta olmak üzere medya patronlarına yönelik yarı eleştirel yarı ironik tasvir modlarını gündeme sokmakta, böylece kendine özgü bir tipoloji kavramını açığa çıkarmaktadır.” Sen bu söylemi biraz açar mısın? Kendi çalışmalarını foto-realist olarak tanımlar mısın? Ama resimlerin oluşum sürecine baktığımızda ben biraz “hiperrealizme” de yakınlaştığını da görüyorum.
Gördüğüm her nesneyi sanatsal bir nesne olarak algılamamdan imgelerin çıplak temsillerini saf boya alanlarıyla sorunlaştırıp, problem haline getirip tuval yüzeyini sosyo-kültürel, politik ve etnik gerilimlerle yüklü imge yorumlarıyla içlerini doldurup; gerektiğinde kişisel hikayerini de ötekileştiren bir duyarlıkla simgesel bir dile, sosyo-politik ve kültürel bir basıncı da içeren her düzeydeki iktidar yapılanmasının kodlarını açığa çıkarmak üzere, çoğunlukla aşina yüzleri ve imgeleri dijital bir dip yüzey önünde yapı- söküm kavramlarıyla açıklayabilirim ve 2013 yılında Rh+ Sanat Dergisi’nin düzenlemiş olduğu Yılın Genç Ressamı yarışmasında birincilik alan realist çalışmamda olduğu gibi, portreleri çıplak bir şekilde, belli yerlerde hiperrealizme yaklaştığım dönemler de olmuştur.

Bir de portrelerini hepimizin aşina olduğu, bir zamanlar ya da hala televizyonlarımızı, sehpalarımızı süsleyen tanıdık dantel motifleriyle şeffaf bir şekilde örterek, izleyicileri biraz daha derin düşünmeye davet ediyorsun? Akrabalarını, atalarını dantel motiflerinin arkasından izlememize iten nedenin arkasında ne yatıyor?
Portrelerimde, Güç / İktidar ilişkilerini olanca sertliği ve soğukluğuyla duyuran bu dip yüzey önünde bir kayıp zamanın kederiyle yüklü plastik dil aradaki “insan”ın imgesel temsili üzerinden, yakın tarihin kült isimlerini, aile bireylerimi, akrabalarımı ve aynı coğrafyaya ait kimi bilindik yüzleri Doğu-Batı sentezi içerisinde sorunlaştırıp bu durumun problem halini resimlerimle çözme gayreti içerisindeyim.

Çalışmalarında kullandığın geleneksel dantel motifi ile yaptığın doğu-batı sentezine ek olarak, medyaya gönderme yaptığın, tek kanallı dönemlere bizi götüren, yuvarlak içindeki geometrik şekiller, belli bir yaş grubundaki insanların beynine kazınmış bir imgedir. Resimlerinin arka planını oluşturan, bu ilk televizyon kanalımızın bellek yorucusu imgesi senin ironi süzgecinden nasıl geçiyor?
Çok kısa bir şekilde açıklayacak olursam, Türkiye’de TRT ile tanıdığımız test yayını sembolünü gezi olaylarıyla başlayan çok kanallı ama tek elden yönetilen medyanın etkisi üzerine çalışma serüvenim, bana medyanın aldatıcı yönünü, gücünü, bana ve herkese gösterdi. Kimsenin görmediği ya da göremediği veya gösterilmeyen bir zamanlar tek kanallı dönemlerde, büyüdüğüm coğrafyada, bu olaylar ve daha kötüleri yaşanıyordu. Empati kurma amaçlı, duyarlı olunmaya, farkındalıklarımızı artırmaya yönelik başlayan çalışmalarımda imgenin pornografisini çizme gayretine düştüm.

Son olarak, çalışmalarının gelecekte nasıl bir yöne evrileceğini düşünüyorsun? Kafanı meşgul eden yeni imgeler var mı? Örneğin Galeri ARK’ta açacağın kişisel serginde ne gibi sürprizler olacak?
Gelecekte çalışmalarım disiplinler arası bir boyutta devam edecek. Galeri Ark’ta açacağım kişisel sergimde aile bireylerimin, akrabalarımın ve doğuya ait kişilerin karekteristik yüzleri, 10 adet büyük boyutlu resim ve bir adet video çalışmam ile izleyiciyle buluşacak.

KADİR AKYOL ÖZGEÇMİŞ
Kadir Akyol 1984 yılında Mardin’de doğdu.
2004-2008 Mersin Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü’nü bitirdi.
2008-2011 Ankara Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Ana Sanat Dalı Yüksek Lisans, (Tez Konusu: Çağdaş Sanatta Melez Yaklaşımlar)
2011 yılında İspanya’ da Universidad De Sevilla Faculttad De Bellas Artes’da 2. master eğitimine başladı. İspanya’da “Hacker Sanatı” isimli tezine devam etmektedir.
2009-2013 yılları arasında Amerika ve Avrupa’nın bazı kentlerinde sanatsal araştırmalar yaptı, proje bağlamlı workshop ve etkinliklerde yer aldı.
2013 yılında Rh+Artmagazine ‘Yılın Genç Ressamı’ Ödülünü kazandı.
Can Sanat Yayınlarına ait, Primo Levi’nin “Bunlar da İnsan mı” eseri ve Behçet Çelik’in “Ateşe Atılmış Bir Çiçek” isimli romanlarına, iki farklı eseri kapak resmi seçilmiştir.
10 Kişisel sergi açmış ve 100’den fazla ulusal ve uluslararası bir çok karma, grup, bienal, trienal, sempozyum, fuar, müzayede, projeli etkinliğe; resim, video, enstalasyon ve performanslarıyla katılmıştır.

KİŞİSEL SERGİLER
2014    “imgenin pornografisi”, Galeri Ark, İstanbul
2013    “nameless” rh+ artmagazine, Yılın Genç Ressamı, Planet of Art, İstanbul
2012    “Money Talks” (video, enstalasyon, resim) Artcore Space, İstanbul
2012    “İnsect”, ART and LIFE Gallery, İstanbul
2011    “metamorfoz, gregor Samsa, böcek serisi”, (Resim) Galeri Studio 9, İstanbul
2010    “Gregor Samsa” Altamira Sanat Galerisi, Mersin
2010    “Gregor Samsa” M.T.S.O. Sanat Galerisi, Mersin
2008    “metamorfoz” (sokak çocukları yararına) Teoman Ünüsan Sanat Galerisi, Mersin
2007    “Kadir Boyut” (oyun), Teoman Ünüsan Sanat Galerisi, Mersin
2007    “Aşk Resmi”,  ‘Wc’de sergi’,  Mersin Üni. G.S.F. Mersin
2006    “kadir - Kent” Mersin Üniversitesi (Açık alanda sergi), Mersin

İletişim:
kadirakyol47@gmail.com
www.kadirakyol.com


26 Mayıs 2014 Pazartesi

“İKLİM DEĞİŞİMİ” SERGİSİ BOZLU ART PROJECT NİŞANTAŞI’NDA

“İklim Değişimi” sergisi 28 Mayıs-16 Ağustos 2014 tarihleri arasında Bozlu Art Project Nişantaşı’nda…
İklimsel dalgalanmaların insan üzerindeki etkisi yüzyıllardır toplumsal kırılmaların, yeni ritüellerin, içsel devinim ve değişimlerin belirleyicilerinden biri olmuştur. Doğanın kendi evrimsel süreçlerinde yaşanan gelişmeler ya da manipülatif iklimsel etkilerin oluşturduğu sonuçlar, belirgin sosyal değişikliklerin anahtarı sayılabilir. Sel, deprem, kuraklık gibi doğa olayları veya savaşlar, ticari ilişkiler gibi siyasi faktörlerin insan üzerindeki etkisi yüzyıllardan beri edebiyattan, plastik sanatlara kadar uzanan bir çizgide yaşanan değişim ve dönüşümlerin belirleyicisi olmuş, yeni sanat akımlarının ve düşünce biçimlerinin doğmasına sebep olmuştur. Tüm bu süreçler içinde çevreyle olan bağlarını dolaylı veya dolaysız bir şekilde sanatlarına aktaran sanatçılar ise çok yönlü anlamlar taşıyan “İklim Değişimi” kavramının etkilediği bireyler olarak kendi öznel varlıklarının da içsel iklim değişimini yaşar konumdadır.
Bozlu Art Project, “Bağlantı”, Arka Yüz” ve “Sınırlar Ötesi”  sergilerinden sonra, yaz boyunca sürecek dördüncü sergisini “İklim Değişimi” teması üzerine odaklıyor. Özlem İnay Erten’in küratörlüğünde gerçekleştirilen sergide, 13 sanatçının “İklim Değişimi” kavramından yola çıkarak ürettikleri resim, heykel ve video gibi farklı disiplinlerdeki yapıtlarına yer verilecek. Sergi için hazırlanan kısa belgeselde ise sanatçıların üretim süreçlerine tanıklık etmek mümkün olacak.
Her geçen gün varlığı daha çok hissedilen, insanoğlunun doğaya müdahalesi veya küresel ısınmanın insan üzerindeki etkileri gibi birbiriyle paralellik taşıyan örnekler ya da savaşlar, göçler ve iç isyanlarla patlak veren toplumsal kırılmalar içinde sanatçılar, yaşanan bu değişimlerden nasıl etkilenmektedir ve kendi içsel değişimlerini sanatlarına nasıl aktarmaktadır? İklim olayları üzerine inşa edilmiş organik ve coğrafi varoluş içerisinde, kendi bireysel ve toplumsal varoluşunu şekillendiren insanın; ruhsal, duygusal ve ideolojik iklim değişimlerini Bozlu Art Project Nişantaşı mekânında izleyici ile buluşturan sergi, “İklim Değişimi” kavramına doğanın bize anlatmaya çalıştığı yöntemlerin dışında bakmamızı, toplumun belleği ve sanatçıların düşünsel yola çıkış noktalarıyla evreni ve iklimi sorgulamamızı amaçlıyor.
Gaye Ateş, Özgür Demirci, Server Demirtaş, Utku Dervent, Volkan Diyaroğlu, Evren Erol, Demet Kaya Güngörür, Dinçer Güngörür, Medine Irak, Hülya Küpçüoğlu, Deniz Sağdıç, İlker Yardımcı ve Semih Zeki’nin “İklim Değişimi” olgusuna baktıkları yerden sanatlarını izleme olanağı sunan sergi, Bozlu Art Project Nişantaşı'nda 28 Mayıs – 16 Ağustos 2014 tarihleri arasında izlenebilir.

Serginin Düzenlendiği Mekân:
Bozlu Art Project Nişantaşı
Tel: (0212) 232 7 232








21 Mayıs 2014 Çarşamba

“CLIMATE CHANGE” EXHIBITION AT BOZLU ART PROJECT NISANTASI

Evren Erol, "Remaining".

Server Demirtas, "Thinking Woman's Machine".
“Climate Change” exhibition at Bozlu Art Project Nisantasi
Runs between 28th May - 16th August 2014
The impact of climatic fluctuations on humankind over the centuries have been one of the determinants of social fracture, new rituals, internal motion and change. Developments in their evolutionary process of nature or the result of manipulative climatic effects, could be thought as the key of prominent social changes. Floods, earthquakes, natural events such as drought or war, trade relations as well as political factors’s impact on people for centuries in a line extending from literature to plastic arts have been determinant of the changes and transformations, and led to the emergence of new art movements and ways of thinking. In all of these processes the corresponding artists express their ties directly or indirectly to the environment through art, and also “Climate Change” concept which has multifaceted meanings affects them as individuals and their subjective experiences of the assets located in the inner climate change.
Bozlu Art Project, -after “Connection”, “Back Side”, “Beyond Boundaries” exhibitions- is focusing on “climate change” theme in the fourth exhibition which will continue throughout the summer. The exhibition was curated by Ozlem Inay Erten and 13 artists’s new works of art in different disciplines such as paintings, sculptures and video Works based on concept of “Climate Change” will be included. In short documentary prepared for the exhibition, visitors will be able to witness the production process of artists.
Presence of human intervention in nature felt with each passing day more or the effects of global warming on human beings are the examples which parallels with each other or wars, migrations and internal revolts cause social fractures… How these changes affect artists or how they transfer their internal changes into their art?
Built on the climatic events in the organic and geographical existence, shaping their individual and social existence of man; spiritual, emotional and ideological climate changes can be viewed in Bozlu Art Project Nisantasi. The exhibition titled “Climate Change” is looks concept of “climate change” outside the methods of nature trying to tell us and aims to question the universe and climate through collective memory and intellectual starting points of the artists.
The artists in the exhibition are Gaye Ates, Ozgur Demirci, Server Demirtas, Utku Dervent, Volkan Diyaroglu, Evren Erol, Demet Kaya Gungorur, Dincer Gungorur, Medine Irak, Hulya Kupcuoglu, Deniz Sagdıc, Ilker Yardimci and Semih Zeki. “Climate Change” exhibition runs between 28th May-16th August 2014 at Bozlu Art Project Nisantasi.

Exhibition Venue
Bozlu Art Project Nisantası
Address: Teşvikiye Street, No:45/131, Ismet Apt. D:1 Sisli-Istanbul-Turkey
Tel: +90 212 232 7 232


20 Mayıs 2014 Salı

AHMET YEŞİL: “GÖRSEL OLAN SATAŞIR, ÖRTER VE ESTETİK AKLIN DUYARLIĞINA YERLEŞİR”



Ahmet Yeşil’in resimlerine ilk baktığınızda onun imzası haline gelen deniz-gemi halatı ve makara ipliklerini görürsünüz. Sonraki bakışlarınızda bu ipler sizi görsel bir şölenin içine çeker. Resimler size sataşır, tüm benliğinizi sarmaya başlar ve aklınızda siz ne görmek isterseniz o imge, o görsel lezzet kalır. Ressam Ahmet Yeşil, “Görsel Dokunuşlar” ismini verdiği 100. Kişisel sergisiyle Oberhausen Sarayı Ludwig Galeri Panorama Salonu’nda sanatseverlerle buluşuyor. Sergi, 24 Ağustos 2014 tarihine kadar izlenebilir.     

RÖPORTAJ: ÜMMÜHAN KAZANÇ

Sayın Ahmet Yeşil, 100. Kişisel serginiz olması sebebiyle özel bir anlam taşıyan “Görsel Dokunuşlar” serginiz, Almanya’nın Oberhausen şehrindeki Oberhausen Sarayı Ludwig Galeri Panorama Salonu’nda 4 Mayıs’ta açıldı ve 24 Ağustos 2014 tarihine kadar devam ediyor. Siz de açılışa katıldınız. Bize biraz açılış atmosferini ve izleyicilerin tepkilerini anlatabilir misiniz? Siz neler hissettiniz?
4 Mayıs’ta belirtiğiniz mekan da sergimin açılışında ki atmosferi anlatmak çok zor. Her yeni sergide yaşanılan heyecanın, coşkunun, endişenin -tabi bu endişe bir korkma, ürkme ifadesi değil- 100. sergimin önemli bir sanat mekanında olması durumu diye bilirim.

Sizin sergi açtığınız mekanın bir diğer galerisinde usta sanatçı Andy Warhol’un da sergisi vardı. Afişleriniz yana yana Almanya sokaklarında yer aldı. Nasıl bir duygu?
Evet, sergimin açılışına giderken; mekanın dışında, yollarda ve iç açık alanında Andy Warhol afişleri ile yana yan asılmış görünce çok mutlu oldum. Sanat tarihinin bu çok önemli sanatçısının sergisi ile benim sergimin bulunduğu mekanlar karşılıklı, aynı galeriye ait iki bina içinde olması onur verici. 100. Sergimin yanı sıra 34 yıllık sanat yaşamımın en önemli ödülü gibi bir duyguyu hissettirdi.

“Görsel Dokunuşlar” seriniz ile ilgili kaleme aldığınız metinde şu cümleleriniz dikkat çekiyor: “Sanatın yarattığı estetik/plastik değerler, dünyaya yansıyan bir atmosfer kurar. Gündelik yaşama kilitlenmiş insanların da, belki hiç ilgilenmedikleri bu yansımaların içinden geçmesi kaçınılmazdır; çünkü görsel olana bakmanın ötesindeki görme biçimi, yaşamı algılayan aklın görsel dokunuşlarıdır. Onları hiç istemese de yakalar, emerek içine soğurur ve beklemediği birileriyle ortak algıya zorlar.” Bu söyleminiz sizin eserlerinizi çok iyi tanımlıyor. İzleyicinin bu görsel dokunuşların içine girmemesi imkansız. Eserlerinizin yıllardır keyifle izlenmesinin en önemli sebeplerinden biri bu olsa gerek. Bu söyleminize neler ekleyebilirsiniz?
Esasında cevap da bu sorunun içinde. Bunu biraz açarsak; günümüzde gelişen teknoloji, getirdikleri ve götürdükleri ile görsel, yazınsal ve sanal sosyal iletişim kanalları yoluyla hazır davetli izleyici ile yaşamın günlük akışı içinde, hazırlıksız izleyici farkında olsa da olmasa da görsel olana dokunarak yaşamın akışı içinde buluşturuyor. Akar olan her şey kendi yatağını da geliştirerek yapar ki, buna eğitimi sanatın evrensel gücünü katmalısınız. Katamasanız yerel kalırsınız. Sergimin açılışında, sanatçı toplumundan sanat toplumunu yaratmış bilinçli bir izleyici topluluğu vardı, görsel olana dokunabilen, soran, sorgulayan izleyici karşısında siz de kendi gardınızı güçlü kılabilmek için bir sanatçıda olması gereken bilgi ve sanatınıza ait dilin söylemi içinden güçlü olarak izleyiciye dokunuyorsunuz. İzleyicin donanımı da size katkı sağlıyor.

“Görsel Dokunuşlar” serinizde daha önceki çalışmalarınızdan farklı olarak kusursuz iplik-halat kurgusunun içinden fırlamaya başlayan daha soyut imgeler görüyoruz. Yeni bir içsel patlamanın mı işaretleri bu görsel dokunuşlar?
Evet, kendi içinde bir dönemi oluşturan bir konseptin tüm tematik simgeleri dışlayarak, dış dünya ile plastik değerlerle soyut bir dil üzerinden görsel dokunuşlardır yaratmaya çalıştığım.

Sanat yaşamınızın en başından buyana, deniz-gemi halatı ve makara iplikleriyle görsel bir şölen sunuyorsunuz. Belli ki bilinçaltınıza yerleşen bu imge, sanatsal bir ifade aracına döndü ve sizin imzanız haline geldi. 100 kişisel sergi açtıktan sonra bu sanatsal objenin yerine, başka bir şey kullanmayı hiç düşündünüz mü?
Benim sanat serüvenimi yakından izleyenler, siz de bilirsiniz, kendi içinde zaten sürekli yeni dönemleri olanı, üreterek dönem geçişlerini görebilirsiniz. Her sanat yapıtının, yaratıcısına ait bir ifadenin anlamsal değeri üzerinden çalışan bir dışavurumu olduğunu söyleyebiliriz. Kendinize ait boşluklar üzerinden içe ve dışa dönük sorular sormaya başladığınızda yapıtın tüm boşluklarını semantik olarak doldurmaya başlarsınız. Sonrasında bilinç ve bilincin spontane refleksleriyle ortaya çıkan sanatsal edim, plastize edilmiş bir ifadenin resmi araçsallaştırması suretiyle bir tür dile dönüşür. İşte bu dil, sanat olması bakımından resmin, kendi olanağında karşıma çıkardığı yeni keşif mecralarının olasılıklar alanıdır. Yani birinin anı defterini okumaya başladığınızda her günün farklı izlerini görürsünüz, ama defter tümüyle kişinin kendisine aittir.

Bu serginiz ile birlikte birçok yeni sergi teklifi daha geldiğini duyduk. Önümüzdeki günlerde sizin eserlerinizi hangi ülkelerde göreceğiz?
Yurtdışında Almanya Oberhausen’de Ludwig Müzesi’nde 4 Mayıs-24 Ağustos 2014 tarihleri arasında, üç ay sürecek bir kişisel sergim var.
2015 yılında, Galeri Daniel Besseiche ile Cenevre ve Paris galerilerinde iki sergi düşünülüyor.
2014 yılında Aralık ayında Paris Carrousel du Louvre Müzesi’nde S.N.B.A. Salon Sergisi var.
2 Ekim - 2 Kasım 2014 tarihleri arasında Lüksemburg’ta karma bir sergiye katılıyorum.
Ekim 2014’te Düsseldorf’ta bir sergi için görüşmeler devam ediyor.
Yurtiçinde ise İzmir’de 1 Kasım 2014’te Ekol Sanat Galerisi’nde bir sergi ve Tüyap Sanat Fuarı’nda Galeri Soyut’la birlikte bir karma sergi projem mevcut.


Bilgi için: www.ahmetyesil.com

13 Mayıs 2014 Salı

HALİL AKDENİZ’DEN ‘KAVRAMLAR ÖTESİ’ BİR SERGİ

Usta sanatçı Prof. Halil Akdeniz’in 24 Mayıs’a kadar Nişantaşı Bozlu Art Project’te devam eden “Sınırlar Ötesi” isimli sergisindeki son çalışmalar, izleyenleri bilindik kavramların ötesine taşıyor. Eserlerin, bu tanımsız yöne doğru giden evrilme sürecine şahitlik etmek ise, sergi ötesi bir deneyim yaşamınızı sağlıyor.

RÖPORTAJ: ÜMMÜHAN KAZANÇ

Sayın Akdeniz, Bozlu Art Project Nişantaşı’nda 24 Mayıs’a kadar devam eden “Sınırlar Ötesi” isimli serginizde son yapıtlarınızdan bir seçki sunuyorsunuz. Kültürel veriler, simgeler ve işaretlerden yola çıkarak meydana getirdiğiniz yapıtlarınızın yer aldığı serginin oluşum sürecini sizden dinleyebilir miyiz?
Bozlu Art Project, sadece galeri hizmeti veren bir mekan değil, aynı zamanda bir arşiv ve araştırma merkezi de. Sergi hizmetinin ötesinde hedefleri olan bir kuruluş. Böyle bir yerden teklif gelince memnun oldum ve bu sergiyi açmaya karar verdim. Bu sergimde, ilk defa burası için gerçekleştirdiğim yeni resimlerim de var. 

Daha önceki çalışmalarınızda resmin sınırlarını, kullandığınız malzeme ve yöntemlerle zorladığınızı, çeşitlendirdiğinizi görmüştük. Serginin adından anlaşılacağı gibi, son çalışmalarınızda, artık resmin duvar yüzeyinden koparak tüm mekanı kapsayan, bütünleyen bir forma doğru evrildiğine tanık oluyoruz. Sanatınızdaki bu yeni yapılanmayı nasıl açıklarsınız? Sizin tanımlamanızla ‘kavramlar ötesi resim’ ile entelektüel bir çeşitlilik mi öne çıkıyor? Gerçi yenilik sizin doğanızda var.
Sanat çalışmalarım, çevresel, tarihi ve kültürel verilerle şekillenen yazı, işaret, simge ve bilgi nesnelerinin yer aldığı bir yapılanma içindedir. Resimlerim artık iki boyutlu yüzey anlatımına bağlı sınırları aşarak, değişik malzeme ve nesnelerle mekana yayılan, kavramlar ötesi, tanımsız yöne doğru giden bir evrilme sürecinde olup sanatsal anlatım biçimleri, malzeme ve içerikte zenginleşerek, mevcut kavramların ve tanımların ötesine uzanan yeni açılımlar içermektedir.
Bugün artık dünyaya farklı odaklı bakış açılarıyla bakıyoruz. Günümüzde, özellikle içinde bulunduğumuz dönemde, fiziki ve sosyal çevre içindeki konumlarımız, sosyal ilişkilerimiz, psikolojik dünyalarımız ve bunları belirleyen kültür ortamı ve kültür öğeleri çok önemli görülmektedir. Bizi kültür biçimlendiriyor. Her ne kadar kültür kuramcıları kültürü biz biçimlendiriyoruz diyorlarsa da, ben olaya öbür ucundan bakıyorum. Sanatçı olarak beni kültürün sonuçları ilgilendiriyor. Kültürü biz biçimlendirdiğimiz kadar, bana göre, kültür de bizi biçimlendiriyor. Sanatçı olarak o kültürün içinde üretiyor ve kültürle/kültürlerle biçimlenen sanat deneyimlerimizi ortaya koyuyoruz. Bu bağlamda bakıldığında benim de sanatımın temel kaynağını “kültür” oluşturduğunu söyleyebilirim. Kültürel veriler, simgeler, işaretler vb. benim sanatsal malzemelerim. Bunlar, benim sanatsal çalışma sürecimde farklı malzeme ve teknikler içinde dönüşürler. Sanatsal yaratma süreçleri oldukça komplike bir süreçtir ve yaratılan eserin, dönemin felsefi, sosyolojik ve sanatçının psikolojik yapısıyla ilgili boyutları vardır. Bu nedenle bir sanat eserini belli konulara ve bakış açısına indirgeyerek tam olarak açıklamak da pek mümkün değildir. Hatta sanatı çok fazla açıklamaya çalışmak, çoğu kez de sanatın doğasına ters düşer. Ama bunun tersi olarak izleyici de hep sanat eserinin açıklanması ve anlaşılması yönünde bir beklenti içindedir. Sanatçı eserini tamamladıktan sonra onu artık pek açıklama gereği duymaz. Hatta sanatçı, eseri üreten kişi olmasına rağmen her şeyi tam olarak açıklayamayabilir de. Bu, sanatçının bir zaafı değil, sanatın doğasıyla ilgili bir durumdur. Ve her sanatçının benliğinin derinliklerinde onu sanatında yönlendiren itici güçleri ve etki kaynakları vardır. Benim gözlemlediğim, hem sanatçılarda ve hem de bilim adamlarında yaratı kaynaklarının çoğunun bir itici güç olarak çocukluk dönemlerindeki yaşantılarına kadar uzandığıdır. Bunun birçok bilinen örnekleri var. Hatta yaşamlarında ayrı zamanlarda ve bir birinden bağımsız olarak yapılan şeylerin bile bir zaman sonra belli noktalarda buluşmaya ve kesişme göstermeye başladığı görülüyor.
Çocukluğum Antalya’da Likya ve Roma dönemi medeniyetlerinin kalıntılarının bulunduğu antik yörelerde geçti. Benim de çalışmalarımda, bugünkü fantezilerimin kökenlerinin, çocukluğumu üzerinde oynayarak geçirdiğim o yörelerin derin etkilerine dayandığı söylenebilir.
Değişik dönemleri içeren sanat yaşamımda; İzmir dönemimde ele almaya başladığım bilimsel destekli çevre sorunları ile ilgili İzmir çevre kirliliği üzerine olan çalışmalarım, sanat literatüründe; Türkiye’de seksenli yıllarda kavramsal düzlemde farklı eğilimler örnekleri içinde gösterilerek, sanatta çevresel ve kültürel tarihe ait verilerle şekillenen, simge, alıntı ve bilgi nesnelerinin yer aldığı bir yapılanma olarak değerlendirilmektedir. (Bkz. İpek Duben – Esra Yıldız, “Seksenlerde Türkiye’de Çağdaş Sanat: Yeni Açılımlar”, Bilgi Üniversitesi yayınları, İstanbul 2008, s,29). Çevre bilinci olarak bugün gelinen noktada ise artık yeni bir çevre mekan algısı bilinciyle, ekolojik çevre, yeşil bir gelecek, yeşil mimari kavramları gibi yaşam alanlarını kapsayan kentsel dönüşüm projeleri gibi yeni ütopyalardan söz edilmektedir. Sanatçılar için de artık algılar, eski mekan ve sanat algısına karşılık gelmemektedir. Eskiden çevrede tek başlarına yer alan heykel ve benzeri sanat objeleri yerleştirme projeleri, bugün kamusal sanat, ‘entelektüel mekan tasarımı’ gibi daha kapsamlı kavramsal dönüşüm süreçlerine girmişlerdir. Bu yeni dönemin getirdiği sanatsal anlatım biçimleri de artık hem malzeme ve içerikte zenginleşen hem de mevcut kavramların ve tanımların sınırlarını aşan yeni açılımlar içermektedir.
Kültür felsefecileri, içinde yaşadığımız dönemi bir eleştiri ve çözümleme dönemi olarak görmekteler. Bu görüş, çağın veya modern bilincin kültürüdür. Hakim olan “üst” kavramların ve “üst” gerçekliğin irdelenip sorgulandığı bir dönemdir.
Benim sanatımda başından itibaren resimlerimde yer alan yazı, işaret, simge ve benzeri figürler, yalnızca formal olarak kullanılan elemanlar olmayıp bilakis temanın/konunun/konseptin ve sanatsal sürecin birer parçalarıdır. Bu süreçte; bunlar farklı mekan ve zaman referansları ile bir araya gelip benim sanatsal kurgumda yeni bir varlık ve düşünsel-görsel gerçeklik kazanırlar. Ve sonuçta oluşturdukları ‘bütün’ oldukça soyut, kapalı ve karmaşıktır. Bu oluşumlar, bir dizi sezgisel ve düşünsel süreçlerin sonucu ortaya çıkmaktadır.
Bugün geldiğim nokta itibariyle sanatımdaki yapılanma, fiziki mekana bilgi ve sanatın ilave edildiği, çevre ile bilgi ve sanat iletişimi içinde ‘kavramlar ötesi’ diyebileceğim, tanımsız bir yöne doğru gitmektedir. 

Çalışmalarınızın içeriğini yaşadığımız coğrafyaya ait kültürel bellek biçimlendiriyor. Herkesin kültürel bellek algısı, özellikle sanatçıların oldukça farklılık ve çeşitlilik gösterir. Sizin kültürel belleğinizde en çok yer eden kavramları nasıl tanımlarsınız?
Evet doğru. Çalışmalarımın içeriğini içinde yaşadığım coğrafyanın kültürel belleği, anılarım, geçmişe ait kültür değerleri ile ‘şimdi’de buluşan çağdaş kültür değerleri oluşturmaktadır. Kültürler arasındaki diyaloglar-diyalogsuzluklar, çatışma ve diyalog güçlükleri, farklı mekan ve zaman referanslı birbirinden kopuk unsurların buluşması gibi kavramlar, eserlerimin oluşum mantığının arka planını oluşturmaktadır.

Yapıtlarınızda kullandığınız bu coğrafyaya ait yazılar, semboller, işaretler, imgeler sizin sanatsal ifadenizin en önemli elemanları. Aslında bu semboller bana hep Halil Akdeniz’in oluşturduğu -hiyeroglif gibi- yepyeni bir resimli alfabeyi çağrıştırmıştır. Bu alfabe ile oluşturduğunuz görsel metinleri nasıl okumalıyız? Her simge bir harfe denk gelmeyecektir ama kavramsal karşılığı oldukça yüklüdür sizin için.
Konseptlerime özgü bir teknikle oluşturduğum bir sanat dilim ve sanat söylemim var. Eserlerin isimleri, aynı zamanda esere bakış açısı ve okumaların ipuçlarıdır. İzleyicilerin fantezileri ile buluşan bu ipuçlarının dışında daha başka nasıl okunacağı ve okunmaları gerektiği konusunda bir şey söyleyemem.

En başından bugüne kadar kullandığınız simgelere bir isim vermeyi hiç düşündünüz mü?
Evet, son geldiğim nokta itibariyle bu ismi vermiş oldum zaten; “Kültür İmleri”. 

Sizin imzanız haline gelen simgelerinizden vazgeçip başka bir resim tarzı denemeyi düşündüğünüz oldu mu?
Yaptıklarımdan ve yapmakta olduklarımdan vazgeçip yeni bir resim tarzı denemeyi hiç düşünmedim. Zaten çalışmalarım, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın deyimiyle “kendi içinde yenilenerek devam ediyor, devam ettikçe de yenileniyorlar.” Daha başka bir tarza niye gerek duyayım ki!

Sizi birçok sanatçıdan ayıran önemli bir özelliğiniz var. Sanatsal faaliyetlerinizi tüm hızıyla devam ettirirken, Türkiye’de birçok sanat kurumunun açılmasında ve sürekliliğinin sağlanmasında çok önemli roller aldınız. Ege, Dokuz Eylül ve Bilkent Üniversitelerinde Resim ve Güzel Sanatlar Bölümlerini kurdunuz. Halen İstanbul’da Işık Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Görsel Sanatlar Bölümünde görevinizi sürdürüyorsunuz. Bu akademik başarılar sanatınıza nasıl yansıdı? Ya da akademik kariyer yerine keşke sanatıma daha çok zaman ayırsaydım dediğiniz oldu mu?
Hepimizin hayatında biraz keşkeler vardır tabi. Akademik yaşamda, idari görevle sanat yaşamı arasında bir kısım çelişkiler ve sıkışıklıklar olabiliyor. Bürokrasinin gereği sanat adına zaman kaybı oluyor şüphesiz. Akademik hayatta kabullenilmek ve uyulmak zorunda olunan bir kısım kurallar vardır. Buna karşılık sanat ise bağımsız ve özgür olmaya gerektirir. Burada zaten her ikisi arasında doğaları gereği bir çelişki söz konusu. Ancak bu, bana görev yaptığım üniversitelerde çok fazla engel oluşturmadı. Hatta Üniversitede olmam, sanatıma ekonomik olarak fazla bağımlı kalmadan, bazı şeyleri özgürce deneyimleme ortamı sundu diyebilirim. Akademik görevlerimle ilgili olarak da yetkilerim ve olanaklar çerçevesinde, sanat eğitiminin önünü hep yeniliklere açmaya çalıştım. Sizin de belirttiğiniz gibi çalıştığım üniversitelerde birçok güzel sanatlar bölümlerinin kurulması ve çağdaş yapılanmalarında katkılarım oldu. En son olarak da halen görev yapmakta olduğum Işık Üniversitesi’nde Türkiye’de ilkler arasında yer alan ve dünyadaki örnekleri arasında da özgün bir yapısı olan; sanat kuramı ve eleştiri yüksek lisans ve sanat bilimi doktora programlarını açtım.     

Son olarak resimlerinizin hangi aşamalardan geçerek son şeklini aldığını dinleyebilir miyiz? Malzeme ve tekniğin oluşturduğu katmanlar, kavramsal katmanlar ile nasıl buluşuyor?
Malzeme ve teknik aynı zamanda benim sanatsal sürecimin parçasıdır. Resimlerim önceden belirlenmiş bir kavramın illüstrasyonu ya da canlandırılması değildir. Süreç, katmanları ve kavramı birlikte oluşturur.

Almanya’da bir yayınevi tarafından hazırlanan 2014 Uluslararası Günümüz Sanatı adıyla çevirebileceğimiz dört dilde; Almanca, İngilizce, Fransızca ve İtalyanca yayınlanacak (Internationale Kunst Heute/International art today!/ Art international aujord’hu!/Arte internaonale oggi!) kitaplarda siz de çalışmalarınız ile yer alıyorsunuz. Bu konuda neler söyleyebilirsiniz?
Sizin de çok iyi bildiğiniz gibi bugünün dünyasında bağlantılar, iletişimler artık hep internet üzerinden olmaya başladı. Bu yayında eserlerimin yer alması da böyle bir süreç sonucu oldu. Yayınevi, yayınlayacağı kitabın niteliğine uygun uluslararası sanatçı taraması yaparken benim çalışmalarım da dikkatlerini çekmiş, yayınevinden bir gün bir e-mail aldım; sanatımla ilgilendiklerini, biraz yayınlayacakları kitap hakkında da bilgi vererek, kitapta yer alacak sanatçılar arasında beni de aday seçtiklerini belirtiler ve benden sanatım hakkında daha fazla bilgi ve çalışma/eser örneği istediler. Ve değerlendirme sonucu jürilerinin belirlediği üç eserimle, Türkçesini 2014 Uluslararası Günümüz Sanatı diye çevirebileceğimiz Almanca/İngilizce/Fransızca/İtalyanca dört dilde yayınlanacak kitaplarına kabul edilmiş oldum.     

BOZLU ART PROJECT
Adres:  Teşvikiye Cad. No:45/131, İsmet Apartmanı D:1, Nişantaşı / İstanbul
Telefon: +90 212 232 72 32
Fax: +90 212 232 72 32

E-mail: contact@bozluartproject.com