RÖPORTAJ: ÜMMÜHAN KAZANÇ
Sayın Akdeniz, Bozlu Art Project
Nişantaşı’nda 24 Mayıs’a kadar devam eden “Sınırlar Ötesi” isimli serginizde
son yapıtlarınızdan bir seçki sunuyorsunuz. Kültürel veriler, simgeler ve
işaretlerden yola çıkarak meydana getirdiğiniz yapıtlarınızın yer aldığı
serginin oluşum sürecini sizden dinleyebilir miyiz?
Bozlu
Art Project, sadece galeri hizmeti veren bir mekan değil, aynı zamanda bir
arşiv ve araştırma merkezi de. Sergi hizmetinin ötesinde hedefleri olan bir
kuruluş. Böyle bir yerden teklif gelince memnun oldum ve bu sergiyi açmaya
karar verdim. Bu sergimde, ilk defa burası için gerçekleştirdiğim yeni
resimlerim de var.
Daha önceki çalışmalarınızda resmin
sınırlarını, kullandığınız malzeme ve yöntemlerle zorladığınızı,
çeşitlendirdiğinizi görmüştük. Serginin adından anlaşılacağı gibi, son
çalışmalarınızda, artık resmin duvar yüzeyinden koparak tüm mekanı kapsayan,
bütünleyen bir forma doğru evrildiğine tanık oluyoruz. Sanatınızdaki bu yeni
yapılanmayı nasıl açıklarsınız? Sizin tanımlamanızla ‘kavramlar ötesi resim’
ile entelektüel bir çeşitlilik mi öne çıkıyor? Gerçi yenilik sizin doğanızda var.
Sanat
çalışmalarım, çevresel, tarihi ve kültürel verilerle şekillenen yazı, işaret,
simge ve bilgi nesnelerinin yer aldığı bir yapılanma içindedir. Resimlerim
artık iki boyutlu yüzey anlatımına bağlı sınırları aşarak, değişik malzeme ve
nesnelerle mekana yayılan, kavramlar ötesi, tanımsız yöne doğru giden bir
evrilme sürecinde olup sanatsal anlatım biçimleri, malzeme ve içerikte
zenginleşerek, mevcut kavramların ve tanımların ötesine uzanan yeni açılımlar
içermektedir.
Bugün
artık dünyaya farklı odaklı bakış açılarıyla bakıyoruz. Günümüzde, özellikle
içinde bulunduğumuz dönemde, fiziki ve sosyal çevre içindeki konumlarımız,
sosyal ilişkilerimiz, psikolojik dünyalarımız ve bunları belirleyen kültür
ortamı ve kültür öğeleri çok önemli görülmektedir. Bizi kültür biçimlendiriyor.
Her ne kadar kültür kuramcıları kültürü biz biçimlendiriyoruz diyorlarsa da,
ben olaya öbür ucundan bakıyorum. Sanatçı olarak beni kültürün sonuçları
ilgilendiriyor. Kültürü biz biçimlendirdiğimiz kadar, bana göre, kültür de bizi
biçimlendiriyor. Sanatçı olarak o kültürün içinde üretiyor ve
kültürle/kültürlerle biçimlenen sanat deneyimlerimizi ortaya koyuyoruz. Bu
bağlamda bakıldığında benim de sanatımın temel kaynağını “kültür” oluşturduğunu
söyleyebilirim. Kültürel veriler, simgeler, işaretler vb. benim sanatsal
malzemelerim. Bunlar, benim sanatsal çalışma sürecimde farklı malzeme ve
teknikler içinde dönüşürler. Sanatsal yaratma süreçleri oldukça komplike bir
süreçtir ve yaratılan eserin, dönemin felsefi, sosyolojik ve sanatçının psikolojik
yapısıyla ilgili boyutları vardır. Bu nedenle bir sanat eserini belli konulara
ve bakış açısına indirgeyerek tam olarak açıklamak da pek mümkün değildir.
Hatta sanatı çok fazla açıklamaya çalışmak, çoğu kez de sanatın doğasına ters
düşer. Ama bunun tersi olarak izleyici de hep sanat eserinin açıklanması ve
anlaşılması yönünde bir beklenti içindedir. Sanatçı eserini tamamladıktan sonra
onu artık pek açıklama gereği duymaz. Hatta sanatçı, eseri üreten kişi olmasına
rağmen her şeyi tam olarak açıklayamayabilir de. Bu, sanatçının bir zaafı
değil, sanatın doğasıyla ilgili bir durumdur. Ve her sanatçının benliğinin
derinliklerinde onu sanatında yönlendiren itici güçleri ve etki kaynakları
vardır. Benim gözlemlediğim, hem sanatçılarda ve hem de bilim adamlarında
yaratı kaynaklarının çoğunun bir itici güç olarak çocukluk dönemlerindeki
yaşantılarına kadar uzandığıdır. Bunun birçok bilinen örnekleri var. Hatta
yaşamlarında ayrı zamanlarda ve bir birinden bağımsız olarak yapılan şeylerin
bile bir zaman sonra belli noktalarda buluşmaya ve kesişme göstermeye başladığı
görülüyor.
Çocukluğum
Antalya’da Likya ve Roma dönemi medeniyetlerinin kalıntılarının bulunduğu antik
yörelerde geçti. Benim de çalışmalarımda, bugünkü fantezilerimin kökenlerinin,
çocukluğumu üzerinde oynayarak geçirdiğim o yörelerin derin etkilerine
dayandığı söylenebilir.
Değişik
dönemleri içeren sanat yaşamımda; İzmir dönemimde ele almaya başladığım
bilimsel destekli çevre sorunları ile ilgili İzmir çevre kirliliği üzerine olan
çalışmalarım, sanat literatüründe; Türkiye’de seksenli yıllarda kavramsal
düzlemde farklı eğilimler örnekleri içinde gösterilerek, sanatta çevresel ve
kültürel tarihe ait verilerle şekillenen, simge, alıntı ve bilgi nesnelerinin
yer aldığı bir yapılanma olarak değerlendirilmektedir. (Bkz. İpek Duben – Esra
Yıldız, “Seksenlerde Türkiye’de Çağdaş Sanat: Yeni Açılımlar”, Bilgi
Üniversitesi yayınları, İstanbul 2008, s,29). Çevre bilinci olarak bugün
gelinen noktada ise artık yeni bir çevre mekan algısı bilinciyle, ekolojik
çevre, yeşil bir gelecek, yeşil mimari kavramları gibi yaşam alanlarını
kapsayan kentsel dönüşüm projeleri gibi yeni ütopyalardan söz edilmektedir.
Sanatçılar için de artık algılar, eski mekan ve sanat algısına karşılık
gelmemektedir. Eskiden çevrede tek başlarına yer alan heykel ve benzeri sanat
objeleri yerleştirme projeleri, bugün kamusal sanat, ‘entelektüel mekan
tasarımı’ gibi daha kapsamlı kavramsal dönüşüm süreçlerine girmişlerdir. Bu
yeni dönemin getirdiği sanatsal anlatım biçimleri de artık hem malzeme ve
içerikte zenginleşen hem de mevcut kavramların ve tanımların sınırlarını aşan
yeni açılımlar içermektedir.
Kültür
felsefecileri, içinde yaşadığımız dönemi bir eleştiri ve çözümleme dönemi
olarak görmekteler. Bu görüş, çağın veya modern bilincin kültürüdür. Hakim olan
“üst” kavramların ve “üst” gerçekliğin irdelenip sorgulandığı bir dönemdir.
Benim
sanatımda başından itibaren resimlerimde yer alan yazı, işaret, simge ve
benzeri figürler, yalnızca formal olarak kullanılan elemanlar olmayıp bilakis temanın/konunun/konseptin
ve sanatsal sürecin birer parçalarıdır. Bu süreçte; bunlar farklı mekan ve
zaman referansları ile bir araya gelip benim sanatsal kurgumda yeni bir varlık
ve düşünsel-görsel gerçeklik kazanırlar. Ve sonuçta oluşturdukları ‘bütün’
oldukça soyut, kapalı ve karmaşıktır. Bu oluşumlar, bir dizi sezgisel ve
düşünsel süreçlerin sonucu ortaya çıkmaktadır.
Bugün
geldiğim nokta itibariyle sanatımdaki yapılanma, fiziki mekana bilgi ve sanatın
ilave edildiği, çevre ile bilgi ve sanat iletişimi içinde ‘kavramlar ötesi’
diyebileceğim, tanımsız bir yöne doğru gitmektedir.
Çalışmalarınızın içeriğini yaşadığımız
coğrafyaya ait kültürel bellek biçimlendiriyor. Herkesin kültürel bellek
algısı, özellikle sanatçıların oldukça farklılık ve çeşitlilik gösterir. Sizin
kültürel belleğinizde en çok yer eden kavramları nasıl tanımlarsınız?
Evet
doğru. Çalışmalarımın içeriğini içinde yaşadığım coğrafyanın kültürel belleği,
anılarım, geçmişe ait kültür değerleri ile ‘şimdi’de buluşan çağdaş kültür
değerleri oluşturmaktadır. Kültürler arasındaki diyaloglar-diyalogsuzluklar,
çatışma ve diyalog güçlükleri, farklı mekan ve zaman referanslı birbirinden
kopuk unsurların buluşması gibi kavramlar, eserlerimin oluşum mantığının arka
planını oluşturmaktadır.
Yapıtlarınızda kullandığınız bu
coğrafyaya ait yazılar, semboller, işaretler, imgeler sizin sanatsal ifadenizin
en önemli elemanları. Aslında bu semboller bana hep Halil Akdeniz’in
oluşturduğu -hiyeroglif gibi- yepyeni bir resimli alfabeyi çağrıştırmıştır. Bu
alfabe ile oluşturduğunuz görsel metinleri nasıl okumalıyız? Her simge bir
harfe denk gelmeyecektir ama kavramsal karşılığı oldukça yüklüdür sizin için.
Konseptlerime
özgü bir teknikle oluşturduğum bir sanat dilim ve sanat söylemim var. Eserlerin
isimleri, aynı zamanda esere bakış açısı ve okumaların ipuçlarıdır.
İzleyicilerin fantezileri ile buluşan bu ipuçlarının dışında daha başka nasıl
okunacağı ve okunmaları gerektiği konusunda bir şey söyleyemem.
En başından bugüne kadar kullandığınız
simgelere bir isim vermeyi hiç düşündünüz mü?
Evet,
son geldiğim nokta itibariyle bu ismi vermiş oldum zaten; “Kültür İmleri”.
Sizin imzanız haline gelen
simgelerinizden vazgeçip başka bir resim tarzı denemeyi düşündüğünüz oldu mu?
Yaptıklarımdan
ve yapmakta olduklarımdan vazgeçip yeni bir resim tarzı denemeyi hiç
düşünmedim. Zaten çalışmalarım, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın deyimiyle “kendi içinde
yenilenerek devam ediyor, devam ettikçe de yenileniyorlar.” Daha başka bir
tarza niye gerek duyayım ki!
Sizi birçok sanatçıdan ayıran önemli bir
özelliğiniz var. Sanatsal faaliyetlerinizi tüm hızıyla devam ettirirken,
Türkiye’de birçok sanat kurumunun açılmasında ve sürekliliğinin sağlanmasında
çok önemli roller aldınız. Ege, Dokuz Eylül ve Bilkent Üniversitelerinde Resim
ve Güzel Sanatlar Bölümlerini kurdunuz. Halen İstanbul’da Işık Üniversitesi
Güzel Sanatlar Fakültesi Görsel Sanatlar Bölümünde görevinizi sürdürüyorsunuz.
Bu akademik başarılar sanatınıza nasıl yansıdı? Ya da akademik kariyer yerine
keşke sanatıma daha çok zaman ayırsaydım dediğiniz oldu mu?
Hepimizin
hayatında biraz keşkeler vardır tabi. Akademik yaşamda, idari görevle sanat
yaşamı arasında bir kısım çelişkiler ve sıkışıklıklar olabiliyor. Bürokrasinin
gereği sanat adına zaman kaybı oluyor şüphesiz. Akademik hayatta kabullenilmek
ve uyulmak zorunda olunan bir kısım kurallar vardır. Buna karşılık sanat ise
bağımsız ve özgür olmaya gerektirir. Burada zaten her ikisi arasında doğaları
gereği bir çelişki söz konusu. Ancak bu, bana görev yaptığım üniversitelerde
çok fazla engel oluşturmadı. Hatta Üniversitede olmam, sanatıma ekonomik olarak
fazla bağımlı kalmadan, bazı şeyleri özgürce deneyimleme ortamı sundu
diyebilirim. Akademik görevlerimle ilgili olarak da yetkilerim ve olanaklar
çerçevesinde, sanat eğitiminin önünü hep yeniliklere açmaya çalıştım. Sizin de
belirttiğiniz gibi çalıştığım üniversitelerde birçok güzel sanatlar
bölümlerinin kurulması ve çağdaş yapılanmalarında katkılarım oldu. En son
olarak da halen görev yapmakta olduğum Işık Üniversitesi’nde Türkiye’de ilkler
arasında yer alan ve dünyadaki örnekleri arasında da özgün bir yapısı olan;
sanat kuramı ve eleştiri yüksek lisans ve sanat bilimi doktora programlarını
açtım.
Son olarak resimlerinizin hangi
aşamalardan geçerek son şeklini aldığını dinleyebilir miyiz? Malzeme ve tekniğin oluşturduğu katmanlar,
kavramsal katmanlar ile nasıl buluşuyor?
Malzeme
ve teknik aynı zamanda benim sanatsal sürecimin parçasıdır. Resimlerim önceden
belirlenmiş bir kavramın illüstrasyonu ya da canlandırılması değildir. Süreç,
katmanları ve kavramı birlikte oluşturur.
Almanya’da bir yayınevi tarafından
hazırlanan 2014 Uluslararası Günümüz Sanatı adıyla çevirebileceğimiz dört
dilde; Almanca, İngilizce, Fransızca ve İtalyanca yayınlanacak (Internationale
Kunst Heute/International art today!/ Art international aujord’hu!/Arte
internaonale oggi!) kitaplarda siz de çalışmalarınız ile yer alıyorsunuz. Bu
konuda neler söyleyebilirsiniz?
Sizin
de çok iyi bildiğiniz gibi bugünün dünyasında bağlantılar, iletişimler artık
hep internet üzerinden olmaya başladı. Bu yayında eserlerimin yer alması da
böyle bir süreç sonucu oldu. Yayınevi, yayınlayacağı kitabın niteliğine uygun
uluslararası sanatçı taraması yaparken benim çalışmalarım da dikkatlerini
çekmiş, yayınevinden bir gün bir e-mail aldım; sanatımla ilgilendiklerini,
biraz yayınlayacakları kitap hakkında da bilgi vererek, kitapta yer alacak
sanatçılar arasında beni de aday seçtiklerini belirtiler ve benden sanatım
hakkında daha fazla bilgi ve çalışma/eser örneği istediler. Ve değerlendirme
sonucu jürilerinin belirlediği üç eserimle, Türkçesini 2014 Uluslararası Günümüz Sanatı diye çevirebileceğimiz Almanca/İngilizce/Fransızca/İtalyanca
dört dilde yayınlanacak kitaplarına kabul edilmiş oldum.
BOZLU ART PROJECT
Adres: Teşvikiye Cad. No:45/131, İsmet Apartmanı
D:1, Nişantaşı / İstanbul
Telefon:
+90 212 232 72 32
Fax:
+90 212 232 72 32
E-mail:
contact@bozluartproject.com