Prof. Dr. Halil Akdeniz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Prof. Dr. Halil Akdeniz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Kasım 2023 Perşembe

Prof. Dr. Halil Akdeniz'den Yeni Bir Kitap: Renk Kuramları; Evrimsel Süreçte Rengin Ortaya Çıkışı, Renk Görme ve Algılama Süreçleri



Ülkemizin yetiştirdiği ender akademisyen, sanatçı, diplomat olarak yurtdışı kültür müşaviri ve yazarlarından Prof. Dr. Halil Akdeniz, engin tecrübe, gözlem ve incelemelerinin ışığında yine çok önemli bir çalışmaya imza attı. Renk Kuramları: Evrimsel Süreçte Rengin Ortaya Çıkışı, Renk Görme ve Algılama Süreçleri gerçek anlamda bir başucu kitabı niteliğinde ve kendi alanında çok önemli bir bilimsel kaynak eksikliğini dolduruyor.

Akdeniz’in Renk Kuramları Kitabı’nın temelini 1980’li yıllarda İzmir Ege Üniversitesi’nde üzerinde çalıştığı yüksek lisans tezi oluşturur. Ancak Halil Akdeniz, renk görme ve algılama süreçleriyle ilgili çalışmalarını ve incelemelerini yıllar boyu devam eden akademik ve sanat yaşamında da sürdürür. Yaklaşık kırk üç yıllık gözlem, araştırma, yüzlerce okuma ve sanat atölyelerinde sınırsız uygulamalardan sonra ortaya çıkan bu kitap, başta sanat alanında çalışanlar olmak üzere birçok disiplinde, renk görme ve algılama üzerine incelemeler yapan kişiler için çok önemli bir başvuru kaynağı olma özelliğini taşıyor.



Yazarlığını Prof. Dr. Halil Akdeniz, Kitap Tasarımını Murat Öneş, İbrahim Yıgaz, Seda Can, Editörlüğünü Ümmühan Kazanç’ın gerçekleştirdiği 128 sayfalık kitap, Boyut Yayın Grubu tarafından yayınlandı. Akdeniz’in kaleme aldığı Renk Kuramları: Evrimsel Süreçte Rengin Ortaya Çıkışı, Renk Görme ve Algılama Süreçleri kitabı on sekiz bölümden oluşuyor.

Üzerinde yaşadığımız gezegen Dünya oluşurken, görünen ilk renk hangisiydi?

Renk gerçekten var mıdır, yoksa sadece sanal bir algı mıdır?

Bitkiler, canlılar, hayvanlar neden renk değişimine ihtiyaç duyar?

Algılama; görme biçimlerini ve renk değerlerini ne derecede etkiler?

Gözün yapısı; dış dünyadaki renkler, biçimler ve hareketler hakkında bilgi edinilmesini nasıl sağlar?

Bilim tarihinin en etkili insanlarından Isaac Newton, renk görmeyle ilgili hangi bilimsel çalışmalara imza attı?

Helmholtz Kuramı, Ewald Hering Renk Kuramı, Goethe Renk Öğretisi gibi önemli çalışmalar rengin sırrının çözülmesine nasıl bir katkı sağlamıştır?

Mimari ve Toplu Kullanım Alanlarında, Kamusal Mekânlarda Renk Kullanımı insan psikolojisini nasıl etkiler?

Farklı kültürlerde, rengin anlamı ve simgesel değerleri farklılık gösterir mi?

Renk ile ilgili tüm bu önemli ve sıra dışı soruların cevapları bulacağınız, Renk Kuramları: Evrimsel Süreçte Rengin Ortaya Çıkışı, Renk Görme ve Algılama Süreçleri gibi müstesna bu yapıt için Prof. Dr. Halil Akdeniz’e teşekkür ve saygılarımızı sunuyoruz.


Prof. Dr. Halil Akdeniz.

Halil Akdeniz Kimdir (Antalya 1944)

Halil Akdeniz akademik kariyerini sanat ve bilim alanında yaptı. 1965 yılında Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Resim-İş Bölümü’nü bitirdi. Devlet Yurt dışı ihtisas sınavını kazanarak 1968 yılında Almanya’ya gitti. Berlin Devlet Güzel Sanatlar Akademisi - HdK’de (bugünkü Berlin Güzel Sanatlar Üniversitesi); lisans ve uzmanlık öğrenimi gördü. Berlin-Akademide 1974’de Meisterschüler (Sanatta Yeterlik derecesi), 1984’de Dokuz Eylül Üniversitesinde ikinci Sanatta Yeterlik derecesi ve 1990’da Bilim Doktoru unvanıyla Doktora derecesi aldı. 1986’da yardımcı doçent, 1987’de doçent, 1994’te profesör oldu. Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü (bugünkü Gazi Üniversitesi), Ege Üniversitesi, Dokuz Eylül Üniversitesi, Bilkent Üniversitesi ve Anadolu Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak çalıştı ve çalıştığı bu üniversitelerde; bölüm kurma ve yeni programlar açma gibi akademik çalışmalarının yanı sıra bölüm başkanlıklarından fakülte kurulu üyelikleri, üniversite senatosu ve üniversite yönetim kurulu üyeliklerine kadar çeşitli kademelerde görev aldı. 1995-2001 yılları arasında yurt dışında Dışişleri Bakanlığı’nda diplomat olarak T.C. Bonn ve Berlin Büyükelçiliği Kültür Müşavirliği ve Kültür Bakanlığı Bakanlık Müşavirliği görevlerinde bulundu. 2001- 2005 yılları arasında Anadolu Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde öğretim üyesi olarak çalıştı. Ve Anadolu Üniversitesinde Türkiye’de ilk kez 2003 yılında sanat bilimini kurdu. Ve ardından 2008 yılında Işık Üniversitesinde Sanat Kuramı ve Eleştiri Yüksek Lisans Programını ve 2013 yılında Sanat Bilimi Doktora Programını açtı. Sanat çalışmalarını halen İstanbul’da sürdürmektedir. Akdeniz, Almanya Münster Sanat Akademisi / University of Fine Arts Münster ‘Şeref/Onur’ üyesidir. Ve aynı zamanda Uluslararası UNESCO-AIAP Plastik Sanatlar Derneği ve UNESCO - AICA Uluslararası Sanat Eleştirmenleri Derneği üyesidir. Halil Akdeniz, Çağdaş Türk sanatı alanında eserleri ve araştırma yazıları ile tanınır. Çağdaş yorum ve sanatsal çözümleri içeren eserleri, birçok ulusal ve uluslararası sergi, bienal, trienal, sanat fuarları ve müze sergilerinde yer aldı. Birisi yurt dışında altın madalya birincilik ödülü olmak üzere birçok ulusal ve uluslararası ödüle değer görüldü. Akdeniz’in Türk Sanatı ve sanatçılar üzerine yayınlanmış bilimsel yayın, araştırma, bildiri ve makaleleri ile birlikte eserlerinin yer aldığı çok sayıda sanat kitabı ve katalog bulunmaktadır.

 


28 Nisan 2016 Perşembe

PROF. DR. HALİL AKDENİZ: “BEN TÜRK SANATINDAN ÇIKTIM”


Demokratik ülkelerde kimse kimsenin nasıl bir koleksiyon oluşturacağına karışamaz ve herhangi  bir müdahale ve yaptırımda da bulunamaz. En azından demokratik ve gelişmiş olarak kabul ettiğimiz ülkelerde bu kurumların işleyişi biçimi böyledir. Bir koleksiyonerin koleksiyonunu yabancı sanatçılar üzerine mi yoksa kendi ülkesinin sanatı üzerine yapılacağı konusunda herhangi bir yaptırım olamaz. Buna koleksiyonerler kendi özgür iradeleri ile karar verirler. Bunun dünyada tartışılmayacak örnekleri vardır. Örneğin, yakından bildiğim Köln’de Ludwig müzesinin sahibi Peter Ludwig, koleksiyonunu ağırlıklı olarak döneminin Amerikan Pop Sanatı üzerine yapmıştır. – Peter Ludwig, aynı zamanda koleksiyonerlik ve müzecilik konusunda dünyanın beş büyükleri ile ilgili yapılan bir araştırmada 1980’lerde en büyük beş koleksiyonerleri arasında yer alan dev bir koleksiyonerdir. Ve elindeki zengin koleksiyonu ile de Almanya’da olduğu kadar Almanya’nın dışında da değişik ülkelerde 9 müze açmıştır. Benim de Almanya’da Büyükelçilik Kültür Müşavirliği görevine başlar başlamaz ilk işim ve projem kendisiyle kontakt kurarak, Türkiye’de de bir çağdaş sanat müzesi açtırmaktı. Fakat görüşmelerimiz sırasında vefat etti ve projem yarım kaldı. Daha sonra da varisleri artık yurtdışında müze açma konusuna sıcak bakmadılar ve proje gerçekleşemedi. -  Almanya’nın ikinci büyük koleksiyoneri büyük inşaat sektörü sahibi Hans Grothe’dir. Grothe, Peter Ludwig’in aksine koleksiyonunu 1945 sonrası Alman sanatı ve sanatçıları üzerine oluşturmuştur. Ve Almanya’daki bir çok çağdaş sanat müzesinin sergi salonları, onun müzelere koleksiyonundan ödünç verdiği eserlerle dolup taşmaktadır.  Birbirine zıt yaklaşım içinde olan bu iki dev koleksiyonerin tavırları üzerine, ne Almanya’da bulunduğum öğrencilik yıllarımda, ne de daha sonraki görevli olduğum dönemlerde; onların niye yabancı sanatçılar ya da Alman sanatçıları üzerine koleksiyon yaptıkları konusunda herhangi bir tartışma yaşandığına tanık olmadım. Ülkemizde de DEMSA, Bozlu Art Project ve Koç Holding Sanat Koleksiyonu gibi farklı yaklaşımları ve perspektifleri olan zengin sanat koleksiyonları mevcuttur. Ve bu üç koleksiyonun da İstanbul’da kapsamlı birer müze kurma girişimleri olduğunu biliyoruz. Hatta geçtiğimiz günlerde Bozlu Art Project’in Şişli’deki tarihi Mongery binasında ağırlıklı olarak çağdaş Türk sanatından oluşan bir Sanat Müzesi açıldı. Yakında açılacak diğer iki koleksiyonun müze hazırlık çalışmalarının da devam ettiğini biliyoruz. Bütün bunlar ülkemizin kültür ve sanat ortamının zenginleşmesine, kültürel değerlerimize, sanatımıza ve sanatçılarımıza değerli destek ve saygı değer katkıları olacağı kanaatindeyim.


Ancak konu günümüzün polemik konusu olan her şeyin para odaklı kendi ülkesinin sanatını ve sanatçılarını küçümser bir tavırda ortaya çıkınca üzerinde durulması gereken çok nazik bir durum ortaya çıkmaktadır. Ülkelerin bugün uluslararası arenada kendi sanatçıları ve sanatları ile yarıştığı bir dünyada, kendi değerlerine, sanatına ve sanatçılarına sahip çıkma değer bilinci açısından üzerinde önemle durulması gereken bir konudur.  Kültür ve sanat, bugün ekonomilerin, ticaretin ve politikanın da lokomotifi haline gelmiştir. Ülkeler ekonomilerinin ve ticaretlerinin hatta politikalarının önünü, sahip oldukları kültürel değerleri ve çağdaş sanat eserleri prestiji ile açmaya çalışmaktadırlar. Kültür ve sanatla bütünleşmeyen parasal zenginlikler artık pek bir işe yaramamakta; merhum Sakıp Sabancı’nın deyimiyle “Bugün uluslararası camiada para herkeste var hatta bizden daha fazlasıyla, paranızın yanında eğer kültür sanat zenginliğine sahipseniz o camiada adam hesabına alınıyorsunuz”. Bu da kanımca herhalde söylemeye çalıştığımız şeyleri çok iyi özetliyor. Daha da özele inildiğinde bunun yolunun kendi sanatınızın ve sanatçılarınızın değerini küçümsemekten değil,  onların değerini yükseltmekten ve onlara destek vermekten geçtiğidir.

Söylemek istediklerimi dünyanın değişik ülkelerindeki gözlemlerim ve bizzat tanık olduğum bazı örneklerle özetleyip bitirmek istiyorum. Sanırım 1997 ya da 1998 yılı Avrupa’da gene bir ekonomik kriz dönemiydi;  Prof. Konrad Klapheck’i Akademideki atölyesinde ziyaretim sırasında bana:  “Ekonomik kriz Avrupa’nın ve Almanya’nın sanat ortamını çok etkiledi, piyasada yaprak kıpırdamıyor, sen Türkiye’den yeni döndün durum Türkiye’de nasıl diye sormuştu. Ben de Türkiye’nin o zamanlar henüz tam olarak sanat piyasası çarkı içinde olmadığından, alış verişlerin gene eski usul geleneksel ilişkiler bağlamında sürdüğünü,  sanatçının, amatör de olsa -  sosyal çevredeki konumu ve ilişkileri iyi ise açılışlarında sokaklara kadar taşan çiçek buketleriyle dolduğu, eserlerinin nerdeyse tamamına yakınının kırmızıyla etiketlenerek satılabildiği, bunu yanında profesyonel bir sanatçının hatta çok iyi bir sanatçı da olsa, sergisinin satışsız kapanabildiği gibi biraz bizim sanat ortamımızın durumundan söz ederken dedi ki; “geçenlerde Almanya’da yaşayan bir Japon sanatçı Düsseldorf’ta bir sergi açtı ve krize rağmen sergide 19 eseri satıldı” dedi. Ben de kendimi tutamayarak Herr Profesör hani yaprak kıpırdamıyor demiştiniz” dedim. Hemen akasından ama satın alanların hepsi Japon iş adamlarıydı dedi. Bu örnek, sanırım bizdeki bugüne ilişkin kendi kültür ve sanatına sahip çıkma bilinci açısından söylemek istediklerimizi fazlasıyla ifade ediyor. 


Ben de Almanya’daki görevim sırasında Almanya’da yaşayan genç Türk sanatçıları ilgili bir dizi sanat etkinlikleri, sergiler düzenledim. Davetliler arasında hep Almanya’da yaşayan Türk İş adamlarımızı da davet ettim. Ama maalesef ellerinize sağlığın ötesinde bir satış desteğinin olduğu görülmedi. Bizden farklı olarak yine Uzak Doğu ülkesi olan Güney Kore’de gözlemlediğim diğer başka örnekler de var. Örneğin Başkent Seul’da kendi ülkelerinin insanlarının görebilmeleri, onların eğitim ve kültürel düzeylerine katkıda bulunmak üzere dünyanın başka ülkelerinden sergiler organize edip getirerek kendi halklarına sunmalarının yanı sıra yabancı ülkelerde yaşayan Koreli sanatçılara da çok geniş çaplı kataloglu sergiler düzenleyerek her türlü maddi ve manevi destek verdiklerini gözlemledim. Örneğin Seul’de çok büyük bir mekanda New York’ta yaşayan Koreli Sanatçılar sergisine rastladım, organizasyonu, tanıtımı ve kataloğu vb. her şeyiyle muhteşem bir sergiydi.  Yine aynı ülkede şahit olduğum bir başka örnek ise yine Seul’da bir Üniversiteyi ziyaretim sırasında Güzel Sanatlar Fakültelerinin mezuniyet sergileri vardı. Sergilerin bir öğrenci sergisi olmanın çok ötesinde profesyonel hazırlanmış bir sergi ve sergileme niteliği vardı. Buraya kadar yine de her şey güzel ve normal de beni şaşırtan şey, her yeni mezun olan sanatçı adayı, mezuniyetinin bitiminde açtığı ilk kişisel sergisinde eserlerinin tamamı ya da tamamına yakını satılıyormuş. Bunlar henüz piyasaya yeni atılan sanatçılar, hiçbir tanınmışlıkları yok, nasıl oluyor da eserleri satın alınıp- satılabiliyor diye sorduğumda aldığım yanıt; onların henüz meslek hayatlarının başlangıcında hem maddi hem de mesleki moral bakımından desteklenmesi gerektiği, Kore sanatının gelişmesi açısından buna ihtiyaç olduğu şeklindeydi. İki defa da Kore’de uluslararası Gwangju Bienali’nin açılışına davet edildim. Başka benzer özelliklerde olaylara orada da şahit oldum. Yine Japonya’da Tokyo’da da benzer olaylara, kendi ülkelerinin sanatına ve sanatçılarına destek bilinciyle yapılan organizasyonları oralarda da gözlemledim. Herhalde Batı’dan ve Uzakdoğu’dan verdiğim bu birkaç örnek bile bize bazı şeyleri yeterince açıklıyor diye düşünüyorum. Son olarak da şunu söyleyerek sözlerimi bitirmek istiyorum; tüm bu anlattıklarımın hepsi aslında  kendi kültür ve sanat değerlerine sahip çıkma bilinciyle ilgilidir. Her şey paraya ve kazanca odaklı düşünülemez ya da düşünülmemesi gerekir –böyle düşünenler için söylüyorum-  Parasını bu ülkeden kazanan iş adamlarımızın, koleksiyonerlerimizin, bu ülkenin sanatına sanatçısına, insanlarının eğitim, kültür ve sanatsal düzeylerinin gelişimine katkıda bulunma gibi sorumlulukları vardır, diye düşünüyorum.