BURUN FARKIYLA
İSTANBUL
Ümmühan Kazanç
İstanbul’da hala keşfedilmeyi bekleyen o kadar çok güzellik
var ki, her geçen gün şaşkınlığımız artıyor. Tarihi, doğası, kültürel yaşamı
yüzlerce gizi barındırıyor sınırları içinde. Bir şehir turumuzda fark ettik ki,
İstanbul burunlarıyla da apayrı bir dünya. Kimisi kendi sessizliğine gömülmüş
uzaklarda, sadece bir deniz fenerine ev sahipliği yapıyor. Kimisi kalabalık,
neşeli ve popüler. “Şehrin canlı hayatına bir de burada tanık olun” diyor
sanki. Oradan denize daha yakınsınız, esinti daha kuvvetli, akıntı ve çalkantı
daha şiddetli. Bir de burun farkıyla İstanbul’u yaşayalım ve sizlere aktaralım
istedik. “Burun” kelimesini gönül rahatlığıyla sarf ettik yazımızda. Burnu
oldukça büyük olduğu için bu kelimenin kullanılmasını yasaklayan Sultan II.
Abdülhamit artık bizi duyamaz.
Turumuza Avrupa yakasından başlıyoruz, ilk durağımız Sarayburnu. Haliç
ile Marmara Denizi arasında yer alan burna, M.Ö. 7. yüzyılda ilk olarak
Megaralılar yerleşmiş ve kente Byzantion adı verilmiş. Akropolis ve etrafında
çeşitli pagan mabetleri inşa edilmiş, Bizans Dönemi’nde ise Mangena sarayı,
çeşitli kiliseler ve Ayasofya Sarayburnu’nda yerini almış. Bugün tüm ihtişamı
ile İstanbul’a deniz yolundan gelenleri karşılayan Topkapı Sarayı Osmanlı Dönemi’nde
yapılmış. Adını buradaki saraylardan alan burun, günümüzde Gülhane Parkı, geniş
yürüyüş alanları, restoran ve çay bahçeleri ile büyük ilgi görüyor. Deniz
akıntılarının ve çalkantılarının en güçlü olduğu bu noktadan, Marmara Denizi ve
Boğazın seyrine doyum olmuyor. Denizden burna bakıldığında ise yeşillikler
arasından fırlayan Topkapı Sarayı’nın kuleleri, Ayasofya ve Sultanahmet
Camii’nin minareleri benzersiz bir görsel şölen sunuyor. Ayrıca Sarayburnu
Cumhuriyet tarihimizde de ilginç olaylara tanıklık etmiş. Samsun’a gitmek üzere
Sarayburnu Rıhtımı’ndan hareket eden Atatürk anısına yapılan heykel,
yeşillikler arasından boğazı kucaklıyor. 1926 yılında Avusturyalı heykeltıraş
Krippel tarafından yapılan bu üç metrelik bronz Atatürk heykeli mutlaka görülmeli.
1924 Ağustos’unda Mustafa Kemal Sarayburnu'nda ilk kez şapka giymiş, 1928
Ağustos’unda ise burada Türk Alfabesi ile ilgili konuşma yapmış.
Ağustos’unda ise burada Türk Alfabesi ile ilgili konuşma yapmış.
Ortaköy’ün Kuzey sınırında yer alan Defterdar Burnu ise
burada bulunan Defterdar Paşa Camii’nden almış adını. Şimdi, Ortaköy Camii
olarak bilinen ve 1853-1855 yıllarında Sultan Abdülmecit tarafından yaptırılan
Büyük Mecidiye Camii, Ortaköy’ün sembollerinden biri. Ortaköy ve Defterdar
Burnu’nda bulunan ve 17. ve 18. yüzyıllarda inşa edilmiş onlarca yalı, 1871 yılında
Sultan Abdülaziz tarafından Dolmabahçe Sarayı’nın yapımı için ortadan
kaldırılmış. Esma Sultan ve Naile Sultan yalıları günümüze ulaşmayı başarmış
ender yapılar. Boğaziçi Köprüsü’nün en güzel seyredildiği bu burunda yer alan
kahveler, restoranlar, barlar ve sokak aralarına kurulan hediyelik eşya
standları özellikle hafta sonları gençlerin uğrak yeri. Ayrıca iskeleden
hareket eden küçük tekneler, keyifli boğaz turları için ideal. Gecesi ve
gündüzü ile bambaşka bir eğlence kaynağı olan Ortaköy, İstanbulluların
vazgeçemediği bir adres olma özelliğini koruyor.
16. yüzyılda muhteşem bağları, 19. yüzyılda ise çilek
bahçeleri ile ün salan Arnavutköy’de bulunan Akıntı Burnu, İstanbul’un renkli
köşelerinden biri. 18. ve 19. yüzyılda yalı ve köşkler ile kaplı olan semt,
çeşitli büyük yangınlar sonucu, bu muhteşem yapılarını kaybetmeye başlamış.
Akıntı Burnu’nda yer alan Hasan Halife Bahçesi, Sadrazam İzzet Paşa yalısı,
Mektupçu İbrahim Efendi yalısı 1797 yılında çıkan bir yangında yok olmuş. Yine
de Akıntı Burnu mevkiinde bugün yaşamlarını sürdürmeye çalışan yalılar,
geçmişin haşmetini günümüze taşımayı başarıyor. Akıntı Burnu çevresinde yer
alan geniş yürüme yolu, uzun sahil gezintisini sevenler için bulunmaz bir
fırsat. Olta balıkçılığının en yaygın olduğu noktalardan biri yine Akıntı
Burnu. Günün her saati, her yaştan kadın ve erkeğin buluşma noktası olan burun,
tarihi iskelesi ve feneriyle şirin bir boğaz noktası. Lüks balık restoranları,
barları ve modern kahveleri ile Arnavutköy ve Akıntı Burnu oldukça canlı ve
renkli bir yaşam sunuyor.
Boğaziçi’nin bir başka keyifli
semti Kireçburnu’nun adını Osmanlı Dönemi’nde burnun tam karşı
yakasında bulunan kireç ocaklarından ya da buradaki kireç iskelesinden aldığı
düşünülüyor. Yemyeşil doğası, temiz havası ile Osmanlı Dönemi’nin en önemli
sayfiye yerlerinden olan bölge, bugün de bu özelliklerini korumayı başarmış.
Ağaçlarla kaplı yamacı, sahildeki geniş ve uzun yürüyüş yolu, sahil
lokantaları, boğaza açılmayı bekleyen gezinti tekneleri ile Kireçburnu,
özellikle hafta sonu gezintilerini sevenlerin uğrak yeri. Üstelik boğazın
Karadeniz’e açıldığı noktanın engelsiz seyredilebilmesi burayı diğer
burunlardan farklı kılıyor.
Bir de İstanbul boğazında el
değmemiş, sadece deniz fenerlerine ev sahipliği yapan burunlar da var.
Bunlardan biri Çalı Burnu. Rumeli Kavağı’nı geçtikten sonra, yaklaşık yirmi
kilometre ileride Garipçe Köyü’ne ulaşmanız gerekiyor. Özellikle doğa
sporlarını sevenlerin ilgisini çekecek keyifli bir tırmanıştan sonra ulaşılan
Çalı Burnu’nun tepesinde yer alan küçük bir deniz feneri boğaza Karadeniz’den
giriş yapan gemilere yol gösteriyor. Tepelerden nefes kesen Karadeniz ve
Anadolu Feneri manzarasını seyretmek ise tarifsiz.
Çalı Burnu’nun hemen karşı
yakasında Fil Burnu ve daha sonra Kavak Burnu yer alıyor. Anadolu Kavağı’nı
geçtikten sonra ulaşılan bu burunlarda da yerleşim yok ama İstanbul’un
bozulmamış doğasının peşindeyseniz rotanız bu burunlar olmalı. Anadolu
Kavağı’ndan Beykoz’a doğru ilerlerken karşımıza çıkan Selvi Burnu da sessiz
sedasız yaşamına devam ediyor. Burası Beykoz balıkçılarının, balık avına
çıktıkları bir iskeleyi barındırıyor.
İstanbul’un en eski
yerleşimlerinden biri olan Kanlıca’nın da aynı adı taşıyan bir burnu var.
Kanlıca Körfezi’nin güneyindeki bu çıkıntıya Lembos Burnu, Kıbrıs Muhassılı
Burnu, Küçük Akıntı Burnu da deniliyor. Geçmişte yalıları, musiki alemleri ve
tabii ki hala ününü koruyan yoğurdu ile tanınan semt, bugün sahildeki restoran
ve kahveleri ile canlılığını koruyor. Burunda yer alan tarihi yalılar geçmişe
tanıklık etmeye devam ediyor.
Kandilli Akıntı Burnu olarak da
bilinen Kandilli Burnu, etrafını çevreleyen yemyeşil koruları ve ağaçlıkları
ile görülmeye değer. İskelesinde yer alan balık lokantaları ve kahveleri
keyifli bir gün geçirmek için mükemmel. Osmanlı Dönemi’nde bağları, bahçeleri,
kasırları ve yalıları meşhur olan Kandilli, seçkin bir muhit olma özelliğini
koruyor.
Boğaz’dan ayrılıp Marmara
Denizi’ne doğru ilerlediğimizde Moda Burnu karşılıyor bizleri. 19. ve 20.
yüzyılda İngiliz, Fransız, İtalyan aileleri ve onların yaptırdıkları muhteşem
villaları ile tanınan Moda, plajı, iskelesi ve Deniz Kulübü ile dillere destan
bir yaşamın sürdürüldüğü semtlerden biriydi. Şimdi çay bahçeleri, iskelesi
etrafındaki şık restoranları ile özellikle hafta sonları oldukça ilgi gören
burun, gün batımını seyretmek için ideal.
Adını 1562 yılında inşa edilen
fenerden alan Fenerbahçe, hala burun kısmında bu tarihi fenere ev sahipliği
yapıyor. Bizans Dönemi’nde yazlık sarayların, Osmanlı Dönemi’nde padişah bahçelerinin
bulunduğu Fenerbahçe Burnu, bugün yine o günleri aratmayacak güzellikte bir
parkı barındırıyor. Rengarenk çiçekleri, kahvaltı ve çay servisleri ile ünlü
minik kahveleri ile hayatınızı renklendirecek bu park, her mevsim ayrı bir
keyif sunuyor. 20. yüzyılın başında plajıyla da ünlü olan Fenerbahçe Burnu’nda
bugün İstanbul Yelken Kulübü, Fenerbahçe Spor Kulübü ve Galatasaray Spor
Kulübü'nün deniz sporları tesisleri sıralanıyor.
Çevrelerindeki yaşamları ile
hafta sonu turları, akşam yemekleri, doğa gezintilerine olanak tanıyan
burunlar, bizlere İstanbul’un burunlarıyla da bambaşka bir dünya olduğunu bir
kez daha hatırlatıyor.
Yazı: Ümmühan Kazanç, “Burun Farkıyla İstanbul”, Skylife, Ekim 2002,
s.52-62.