6. Sayısı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
6. Sayısı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Ekim 2013 Salı

MEHMET GÜLERYÜZ: Elli yıldır doludizgin…

MEHMET GÜLERYÜZ: Elli yıldır doludizgin…

Türk Çağdaş Sanatının duayenlerinden Mehmet Güleryüz ile son dönem resimlerini, Arte Galeri’de sergilenen desenlerini ve çağdaş sanatın seyrini konuştuk.

ÜMMÜHAN KAZANÇ

Sayın Güleryüz, geçtiğimiz günlerde Merkur Galeri’de “Bile Bile” serginiz gerçekleşti. Yine figür odaklı ama insanı hayvanlar dünyası ile anlattığınız resimleriniz ağırlıklıydı. Arte Galeri’de ise desenleriniz sergileniyor. Bu çalışmaların oluşum süreci hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Sergilenen yapıtlara bakacak olursak, son iki yılın işlerinden oluşuyor. Bu son iki yılda yaptığım, bu sergide olmayan birkaç yapıt daha var -yani hem ebat olarak büyük, hem de bu sergiyi tamamlamaları açısından önemliydi- fakat bunları biraz daha önce satıldığı için, sigorta bedelinin yüksek istenmesi nedenleriyle sergide gösteremedik. Son yılların bir teamülü var, olmazsa olmaz haline geldi. Bir tema etrafında ya da isimli sergiler olması modası oluştu. Serginin isimli olması yani ‘şöyle bir tema olacak ve ben ona göre resim yapacağım’ yaklaşımı benim için değil. Bir resmin akışı vardır. Bir nehir gibi, birçok kollardan beslenişiyle, bundan doğan büyük akarsular olabilir ama bunlar aynı kaynaktan çıktığı için bunlar arasındaki temel dayanaklar çok fazla değişmiyor. Bunlardan bir tanesi düşünce olarak bu resmin nedenleri, bu düşüncenin hemen üstünde ve büyük yükü üstünde taşıyan ise biçimlendirme hali. Bunlar bir sürekliliğin sonuçları çıkan işler. Bu süreç birbirine ekli, çok bağlı. Bunun böyle olmasını ben çok doğal buluyorum. Şu tür haller aranmakla beraber -yeni dönemlere geçme, resmini değiştirme gibi- bunlar bunun içinde var, oluyor ama bunların yapay zorlama hallerinden uzak durmaya gayret ediyorum.

Bunu özgünlüğü koruma hali olarak adlandırabilir miyiz?                                 
Düşüncemin bünyesi ve kendi bünyem, bunlar müşterek. Hem karakterim, hem algılama süratim, bunun dayandığı düşünce alanları. Benim için kontrol ettiğim, gelişmesine özen gösterdiğim bu. Kırk yıldır, biçimle ilgili meselelerimdeki meraklarım ve sorularımın sürüyor olması çok önemli. Ben 60’lı yıllardan buyana figür resmi yaparım. Figür resmi bütün gelgitlere rağmen benim için önemini yitirmedi, gereksinimlerini yitirmedi. Ondan ürettiğim biçimler ve haller -ki ben bir hal (situation) resmi yapıyorum- situatianist yaklaşımla çok yakın ilgisi var. Bu politik bir tavır, bir varlık sorgulaması ve bu varlık sorgulamasının temel dayanağı sosyal politik yapı. Türkiye’nin özelliklerini -ki ben dünya üzerindeki yerimizi çok kritik, önemli bir nokta olarak görüyorum- bulunduğumuz alanı ve bu alana ait medeniyetin de, onun politik ve sosyal yapısının da çok karakteristik, dünyada ender bulunan bir coğrafik durum olduğunu düşünüyorum. Yani dünya haritasına baktığımız zaman en karakteristik siluetlerden biri Anadolu coğrafyasıdır. Karakteri de öyle, en şiddetli kritik edenlerden biriyim bu yapıyı. Öte yandan da ben bu halin önemini fark edenlerden biri olarak, bunun üzerine sorduğum sorular nedeniyle resmim dayanak buldu. Resmimin dayanağını oluşturan bütün bu sorular ve haller üzerine tetikte, dikkatte ve kayıt halinde devam etmekteyim. Yapım da etkiye açık bir yapıdır; hem etkilenirim hem etkileme savaşı veririm. Bir soru cevap ve bir sorgulama, yakasına yapışma hali ve bu halin karşınızdakinin de sizin yakanıza yapışmasına müsaade etme halidir. Dolayısıyla bunun bir dinamiği var. İşte bu dinamik benim resmimin kaynağı. 72 yaşındayım ama bu heyecan sürüyor ve meseleler sürüyor. Ve ben meseleleri geçmiş süreçte bakışımı kontrol edebilecek bir noktaya vardım. O zamanki hislerim doğru muydu? O zaman beni dürten ve beni hakikaten tavır almaya iten, benim resmimin hırçınlaşmasına sebep olan şeyler neydi?

Belki de bu sizin tarzınızı yaratıyor.
Hırçını ben kendime söylüyorsam dışa vurucu etki anlamında bir nedeni var. Benim öyle bir derdim yok. Ben aslında çok sükûn içinde biriyim ama atılganım. Çok ters bir şey ama benim resmimin toplamına bakılırsa buradaki sürekliliğin, yalnız onu da söyleyeyim klişe resmin sürekliliğinden bahsetmiyorum veya onun dinginliğinden, onun kendinden emin, onun durmuş oturmuş halinin tam tersinde bir şey. Ben her seferinde her resmi yeniden kuruyorum,  bozuyorum, bu açık. Hiçbir zaman kazanımlarımın üzerinde durmak yanlısı olmadım ve bunun her zaman elden kaçabilecek noktasının kenarında duruyorum. Bu benim kendi resmimi korumak bağlamında bir şey. Bunun için de bir hali korumak da son derece zor. Meselelerim basit. Basitliğin zorluğu kadar basit. Resmim net takip edilebilir; metaforları, kurgusu, bütün gelişimi ve insanlığın düşünce odaklarıyla bağları… Anlaşılması kolay. Tabi bilenler için. Makyaj yanı yok bu resmin. Ustura kenarında oynuyor iş, desenci karakteri resmimin netliğini gösterir. Desendeki berraklığı, açıklığı ve bu çizim dilinin sürekli irdeleniyor, yenileniyor olması, kompoze edilişinden tutunda, çizginin ifade hallerindeki değişimler ve boyadaki sürüşün buna katılışı, desende yakaladığım ve sorguladıklarımın hacimde, kitlede, üç boyuttaki dönüşüm halleridir.

Tablolarınızda kullandığınız karakteristik renklerinize son birkaç yıldır pembe ve tonları eklendi. Birden sanki pembe bir dünya yaratmaya başladınız.
Bu ruh haliyle de ilgili. Denemediğiniz, uzak durduğunuz belli renk armonileri vardır. Bir zaman gelir, siz birdenbire onun ihtiyacını duyarsınız. ‘Aman şu renge hiç dokunmadım, şimdi böyle yapayım da bu resim yenilensin’ meselesi değil. Aslında tümüyle ifadeyle ilgili bir şey ve buradaki son resimlerde de aslında yapı çok büyük bir şekilde değişmiyor ama yapıya tek yönlü bir yaklaşım yok, birçok yaklaşım var burada. Bu sergide birkaç yoldan bedene yaklaşım var. Bir üslup beraberliği umurumda değil. Bu bundan kopuk, bu bundan önce… Aldırmıyorum. Bunların her biri bana ait düşüncenin o resmi gereksindirdiği haller ve onun kurgusunu aklımda nelere dayalı olduğu, onun öncelerini de bulmak mümkün ama bunu birinin öbürüne yakınlığı falan, onu oluşturmak, hiç derdim değil. Şimdi resim benim için hala çok çocuksu bir zevkle yaptığım bir şey. Çocuklukta yaptığım resmin tadını hala duyuyorum. Onun içinde bunu bana sağlayan hali bulduğumda, yani o oluştuğunda orada çıkan resim benim için doğru resim. Ondan sonra nereye koyarlar, hakkında ne denir, taraftarı mı olur, karşıtı mı olur hiç aldırmayan mı var, hiç umurumda değil. Hiçbir zamanda umurumda olmadı ki, o yüzden başka, özgün resim yaptım.

Ama resimlerinizin izlenmesini de istiyorsunuz değil mi?
Resmimin görülmesi için büyük gayretlere girmem. Bana sadece taleplerle gelindi, ben kimsenin peşinden gitmedim. Önemli bir şey yaptığıma değil, özel bir şey yaptığıma inanıyorum, saf resim yapıyorum.
Resmin ve ressamların dünyaları hakikaten girifttir ve bu gözüktüğü gibi hallerden oluşmaz. Bütün sanat dalları için bu böyledir ve günümüzde kendine ait alanların korunması çok önemli. Hayat gibi. Çünkü içinde okunabilirlikler kadar ondan çok daha miktarda okunamayanlar var. Kişinin ne düşündüğünü, günlük hayatında nelere, nasıl cevap verdiğini bilmediğiniz zaman, o resmin nasıl oluştuğunu anlamanız mümkün değil. Seferlerimin ne zaman olacağını, nereye gideceğini ben de bilmiyorum. Uçuyorsam istikamet gidebildiğim kadar. İniyorsam ya benzinim bitiyor yahut da orayı beğeniyorum, iniyorum ama öyle 9’da kalkıp 12’de şuraya varacağım, ertesi gün yine 9’da kalkıp 12’de oraya varacağım, öyle bir sefer yapmıyorum. Benim havayollarım böyle bir havayolu. Yaşam seyrimi ben de merak ediyorum. O yüzden hazırlıksız yapılan bir resmin bittikten sonra ne olduğunu anlıyorum. Ama bu demek değil ki şuur eksikliği. Hayır. Bunun o iç alanının hazırlıkları, neleri kaydetmiş olduğum, nelerden etkilendiğim, nelerin hafızamın altında ve kültürümde, bilgilerim bilgi hanemde birbirinin üstüne çıkıp, birbirinin üstüne merdiven koyup çıkışa doğru hızla hareket edeceklerini bilmiyorum. O yüzden benim için keyifli.

Sanat tarihi açısından sanki yeni bir dönemin başlangıcındayız. İstanbul son yıllarda sanat açısından bambaşka bir süreç yaşıyor. Bienaller, fuarlar, sergiler, çağdaş müzayedeler hızlı bir şekilde devam ediyor. İleride sanat tarihçiler bu dönem için ne yazacaklar sizce?
Bu sürecin tam adını koyacak birileri çıkacaktır ama bu dönem Türkiye’nin aslen politik tarihi için de çok önemli. Türkiye bütün dinamikleriyle her zaman gelişim içinde olan bir ülke. Son 10 yıllık bir döneme bakarsak bir farkındalık, bir açıklık dönemi gibi gözüküyor. Açılım sloganını bir talep gibi görüyorum. Yani açık, kımıldayan, demokrasiye doğru açılım yapan bir toplum (mu?). Bünyesinde çokça da sorgulanacak oluşumlar var. Bütün bu geçiş ve değişim süreçleri yağmaya açık süreçlerdir. Bu sürecin bir oldubitti, bir yağma süreci olmasından endişeliyim.

Yani olumlu olduğu kadar olumsuz da mı?
Evet. Yani bir hareket, diyelim ki çok büyük bir toplumsal coşkuyla bir kazancımız olsa, onun coşkusunun arasında yine yağmacılar olacaktır, milli felaket de olsa yağmacılar olacaktır. Şimdi burada dinamik bir kımıltı var, çok ciddi dinamikler devreye girdi. Dinamiği tetikleyen, dinamiği kontrol eden güçler devreye girdi sanatta da. Gelecekte bu dönemin tarihi yazılacaksa -bunlar o güçler tarafından kontrol edilmiş yazarlar, çizerler, tarihçiler de olsa- bunun dışında kalacak ve gerçek tarihi yazacak olanlar da var olacak. Batı bunu, bütün bu süreçlerin her birini yaşadı. Biz geç katılımdayız, bunların ışığında hareket ediyoruz. Tabi bu bir tarihsel dönem, yani bir hareket, bir köşe başı ama daha neler olacak, göreceğiz.

Mehmet Güleryüz ve kuşağının tabloları kısa bir süre sonra 1 milyon doların üzerinde satılacak deniliyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Benim katiyen öyle bir derdim yok. Samimi, çok içtenlikle katiyen umurumda değil, beni ilgilendiren şu; resmime doğru bakışı tercih ederim. Hem döneme doğru bakış olacak, hem de bütün Türk resmine. Bakın hala Türk sanat tarihi yazılmadı. Bugün Türk Sanat tarihini bozmaya yönelik çok hızlı, çok tahrip eden, çok ciddi organize haller var. Zaten bir tane tarih yazılmaz. Herkes kendi tarihini yazar. Bunun içinde nedenleriyle, doğru kaynaklarla bağlayabileninki geçerli olacaktır. Neler vardı? Bu yaşamı, bu halleri kim nasıl anladı, kim dünyayı nasıl anladı, kim hangi cüsseyle neyi cevaplamaya kalktı? Olay budur, bundan bize bir şey kalır mı, kalmaz mı bunlardır.

Sizin için özel atölye kurslarınızın ayrı bir önemi var değil mi?
Resim öğrenimine, resmin eğitimine bakışım çok önem verdiğim bir iştir ve de sarf ettiğim zamana hiçbir zaman acımam. Bir kazanç atölyesi olmamıştır hiçbir zaman onlar. Eğitim kurumlarının çok dışında bir metot önerdiğim için veriyorum bu kursları. Beş yıl akademi hocalığı, onun ardından BİLSAK’da on beş yıl, son on yılda kendi atölyemde, bir ara Bilgi Üniversitesi ve Bilkent Üniversitesi’nde, Yıldız Teknik’te iki yıl ders verdim. Sadece eğitim yapan biri olarak bu yönümün ayrı tutulması gerekir. Ama hiçbir zaman ressamlıktan başka bir unvanım olmadı.

Öğrencilerinizin performanslarından memnun musunuz?
Memnun olmadığım kalmaz atölyede. Yeteneğin çok gizli de olabileceğine inanıyorum. ‘Çubuk adam çizemem’ diyene resim yaptırırım. Herkese resim yaptırırım ama resmi nasıl anladığımla ilgilidir o, çünkü şiir duygusu gibidir resim. Yetenek çok derinde olabilir, yapılacak sondaj önemli. Sadece bir tek şeyi sorarım: Çok seviyor musunuz? 10 kere falan sorarım, çok seviyorum diyen biri, cefasına katlanacak demektir. İnsan beni çok ilgilendiriyor, resim de. Resim yapan insanlar ise beni çok ilgilendiriyor.

Yazı Artam Global Art Dergisi’nin 6. Sayısında yayınlanmıştır.