Yeşim Akdeniz. |
Yeşim Akdeniz’in Londra Pi Artworks’te açılan yeni
sergisinin detaylarını konuşmak üzere atölyesinde buluştuk. Yeşim Akdeniz
resimlerinde önemli bir yere sahip Modernizm, Sürrealizm, Bauhaus akımlarının
yanı sıra ‘Antroposin’, ‘Object Oriented Ontology’ ve ‘Speculative Realism’ gibi
sanat dünyası için oldukça yeni kavramları da konuştuk.
RÖPORTAJ: ÜMMÜHAN KAZANÇ
Sevgili Yeşim, Londra Pi Artworks’te 22 Mayıs’ta açılan ve
27 Haziran’a kadar devam edecek serginde yepyeni bir seri sanatseverleri
bekliyor. Sergilerinin isimleri de hep ilginçtir. Bu seri için hangi ismi
seçtin?
Sergimin ismi ‘The Secret Life of My Coffee Table’ olacak.
‘Fiskos Masamın Kendine Ait Dünyası’ olarak çevirmek isterim.
Yesim Akdeniz, “he called my name and my heart stood still”, 2015, oil on canvas, 170x200 cm, (© 2015 Yesim Akdeniz, with the permission of the Pi Artworks London). |
Yeni serinin kavramsal altyapısı hakkında neler
söyleyebilirsin? Yeşim Akdeniz’in her serginin bir hikayesi vardır. Bu sergiyi
nasıl kurguladın ve dünya ve dünyalılar ile olan meseleni nasıl anlatıyorsun?
Aslında anlatılacak çok şey var. Teoriye göre biz Antroposin
(Anthropocene) denilen yeni bir dönemde yaşıyoruz. İnsanlık son 150 yılda
gezegeni geri dönüşü olmayacak ve benzersiz bir şekilde değiştirdi. Gezegen,
4.5 bilyon yıllık geçmişinde hiç değişmediği şekilde değişti… Biz aslında Antroposin
denen alışılmadık bir zamanda yeni ve alışılmadık bir gezegende yaşıyoruz (human
planet). Jeologlar henüz Antroposin’in tam olarak ne zaman başladığına karar veremese
de buhar makinasının icadının arkasından, iki büyük dünya savaşı ve nükleer
patlamalar atmosferdeki karbondioksit oranını öncesine göre %40 arttırdı. Atmosferin
içeriğinin değişmesiyle, gezegenle olan temel bağımız da değişti. Bunun devamı
olarak yaşadığımız alışılmadık döneme ait yeni bir dünya hissinden ve farklı
bir algıdan bahsedebiliriz. Gezegenin 4.5 bilyon yıllık tarihinde sadece güneşin,
meteorların ve fırtınaların aydınlattığı gökyüzü artık yapay ışıklar, radyo
frekansları ve dijital komünikasyonlarımızla ışıldıyor.
İnsanlık kendi yarattığı gezegeninde, kral koltuğunda(!)
gururla otururken, arka planda gezegenin şarkısını(!) dinleyebiliriz. Bir düşünürsek;
krallar sonunda koltuklarından inerler, gezegenimiz de olanca hızıyla ısınıyor.
Tüm bu anlattığım gezegenin bilincinde olma ve yeni bir algı
ihtiyacı beni ‘Object Oriented Ontology (OOO) - Maddeyi Baz Alan Varlık Bilimi’
ve ‘Speculative Realism’ ile tanıştırdı. Bağlılaşımcılık dışında her tür
gerçekliği bilinemez kabul eden post-Kantçı düşünce sistemini eleştiren ‘object
oriented ontology’; insansız bir dünya tahayyül ettiğimizde insan merkezli düşünmeyi
aşarak yeni bir algıya da ulaşabileceğimizi önerir. Metafizik bir hareket olan
OOO’da maddenin insan algısından bağımsız kendi algısı olduğu fikri, insan
üstünlüğünü kabul etmez doğal olarak.
Biraz ‘Speculative Realism’ kavramını açalım mı?
Çağdaş felsefede 2000’lerin sonlarından beri yerini bulmuş
bir düşünme şekli ‘speculative realism’. Maddenin madde ötesi
etkilerinin varlığıyla ilgilenir. Bu madde ötesi etkiler, maddeyi aştığı gibi,
madde de onları aşar. Tüm bu bilinç halini ve okumaları içinde barındıran ve
adeta sentezleyen bir sergi yapmak istedim.
Resimlerin üzerinden gidersek hangi öğeleri bu akım
içerisinde düşünmeliyiz?
Sergideki tüm resimler tanıdığımız medeniyetin dışında bir
zamanı anlatıyor olabilir. İnsan tasarımı objeler ve insan yapımı (Bauhaus)
modern mimari, su veya taşlar farklı uzunlukta yaşam sürelerine sahipler.
Böylelikle de farklı bilgilere sahip olduklarını düşünüyorum. Bu objeler ve
binalar tarihsel referansları dışında kendi varlıklarıyla ilgili bilgiler
vererek resimlerde varlar.
Binaları, eşyaları ya da objeleri feminen mi maskülen olarak
mı algılıyorsun? Bir anlamda kişilik kazandırmak gibi mi?
Evet, tam da nesnelerin ve binaların kişiliklerinden
bahsetmek gibi… Tam da bizden bağımsız kendi hayatları ve serüvenleri olan varlıklar
gibi.
Monet zambak resimlerini yaptığında, fırça darbelerinin ve
renklerin bilindik formundan çıkarak tuval üzerinde özgürleşmesine izin verdi.
Bu yeni boyama biçimiyle zambaklar ve zambakların etrafını saran su, varlıklarıyla
resmin başrolünü oynayabildi. Monet, üstelik tuval bezinin de varlığını bize
hissettirerek, tuvale de bu sahnede bir rol oynattı. Tıpkı Tarkovsky’nin film
malzemesinin varlığını da bize hissettirdiği gibi.
‘The Secret Life of My Coffee Table’da başrolleri, tasarım mobilyalara,
insan yapımı iç mekanlara, iç mekanlarda beliren taşlara ve birtakım binalara
verdim.
Aslında bu seri, ironik yaklaşımınıza tezat olarak
izleyicilere bir tablo önünde dakikalarca vakit geçirebilecek görsel bir
zenginlik de sunuyor ve daha önceki serilerinde kullandığın pastoral öğeler
daha çok ön plana çıkmış.
Son resimler daha kendi kendine, daha sakin. İçeriklerinin
de öngördüğü gibi kendilerini sorgulamaya gerek duymuyorlar. ‘Şeyler’
resimlerin içini doldurmak için değil, resimler ‘şeyler’i anlatmak için varlar.
İnsan zamanla çok değişiyor. Ben de çok değiştim. Yaşadığımız
yer bizi çok değiştiriyor. Uyum sağlamaya çalışıyorsun, uyum sağlayamadığın
noktada karşı direnç geliştiriyorsun. On yıl önce benim de daha sert bir
üslubum vardı. Eski röportajlarımı okuduğum zaman, ‘aaa bunları ben mi söylemişim’
diyebiliyorum.
Geçenlerde üçgen formu üzerine düşünürken (sergideki
resimlerden bağımsız bulunan formlardan biri), aklıma gelen fikir şuydu; bir
şekilde hayatı algılamaya çalışırken bir piramit oluşturuyoruz. Bizim için en
önemli olanı, piramidin en üstünde konumlandırıyoruz diyelim. Gittikçe aşağı doğru
önem derecesi azalan şeyler yer alıyor. Sanatla ilgili düşünürsek; piramidin en
tepesine ne koymalıyım?
Yesim Akdeniz, “the ready-made planet”, 2015, oil on canvas, 160x145 cm., (© 2015 Yesim Akdeniz, with the permission of the Pi Artworks London). |
Kendi piramidimi oluşturmaya çalışırken şunu düşündüm; bir
gün bir sanatçının aklında bir kıvılcım çakıyor, zekasını ve yaratıcılığını kullanarak
bu kıvılcımdan çıkan işler üretiyor. Çok naif, saf ve güzel bir an olan bu kıvılcım
anının üzerine koca bir sektör inşa edilmiş durumda. Piramidi sanat sektörü
olarak düşününce, piramidin en tepesiyle eteklerinin birbirinden uzak başka coğrafyalarda
olduğunu görebiliriz. Ben piramidin tepesine sanat üretmeyi koydum. Piramidin
alt katmanlarında tanımadığım bir sürü ara katman var. Bu resimleri yapmak
benim için yaşamsal olduğuna göre, üretimi en tepede tutmaya uğraşmaktan başka bir
şey gelmiyor aklıma.
Bu serginde dikkat çeken bir nokta daha var. ‘Siyah Kare’
anlatımın içinde yer alıyor.
20. yüzyılda sanat tarihinin kırılma noktalarından biri olan
Malewich’in ‘siyah karesi’ adeta tanrısal bir elle, sergideki çalışmalarımdan
biri olan ‘The Radical Mind, Silent Echo / Come Revolution!’ resminin içine
giriyor. 20. yüzyılın bir diğer kırılma noktası olan modernist hareketin bir
iyileştirme unsuru olarak, dışarıdan müdahale ile insanların hayatına girmesine
bir gönderme gibi. Yüklendiği bir sürü anlamın yanı sıra en basit modern form
olan ‘siyah kare’ sergide fiziki olarak da bulunuyor. Üçgen ve dikdörtgenden
oluşan diğer ekstra formlar da bazen resimlerin içinde bazen de fiziki olarak
sergi mekanında bulunuyor.
Yesim Akdeniz, “the radical mind, silent echo come revolution!”, 2015, oil on canvas, 200x245 cm., (© 2015 Yesim Akdeniz, with the permission of the Pi Artworks London). |
O zaman kısaca yeni bir Yeşim Akdeniz stili ile karşılaşıyor
izleyici diyebiliriz.
Röportajın başında da söylediğim gibi anlatacak çok şey var.
Bütün bu anlattıklarımı bir kolyenin birbirine geçmiş halkaları olarak
görebiliriz. Uzun yıllardır biriktirdiklerimle, çok katmanlı ve şiirsel bir
görsel dil yaratmak istedim.
BİLGİ İÇİN
Neil Jefferies (nj@piartworks.com)
Tel: +44 207 637 8403
YESIM AKDENIZ: “The Secret Life of My
Coffee Table” Exhibition
Pi Artworks London
22 May – 27 June 2015
Pi
Artworks London is pleased to announce “The Secret Life of My Coffee Table”, an
exhibition of new paintings by Yeşim Akdeniz. This is the artist’s fourth
London exhibition, after group shows at The Saatchi Gallery and the European
Commission and a two-person exhibition at West London Projects.
Akdeniz
paints fictive landscapes and interiors inhabited by a sparse array of design
objects and architecture borrowed from our recent past. While the
juxtapositions within the picture plane are surreal, the subjects, depicted
with smooth surfaces and a soft and muted palette, are unambiguous and unmistakable
for anything else. Each series is tied together by an underlying concept that
comes through the artist’s close reading of psychoanalysis, philosophy, and
architectural theory, though the paintings are not composed with the intention
of being read in a linear fashion.
For
“The Secret Life of My Coffee Table”, Akdeniz has produced a series of
paintings of the exterior of iconic stone buildings that are partially
submerged by clear and calm bodies of water. Alongside this are depictions of
the building’s interiors that contain stylish furniture as well as piles of
rocks whose purpose is uncertain. These seemingly post-apocalyptic scenes
suggest a potential future where our buildings and design objects in their
various forms remain as our sole survivors.
The
inspiration behind the series is a childhood memory of Carl Gustav Jung –
founder of Analytical Psychology. As a young boy, he felt uncertain about
himself and the world. One day, he put a carved manikin and a black stone in a
pencil case and hid it in his attic. Without knowing why, the secret box and its
contents gave the young boy courage and comfort. Years later, he remembered
this long-forgotten act when reading about the ancient soul-stones of
Arlesheim, Germany. For Jung, it became clear that the stone from his childhood
had - unknowingly - a similar function as that of the soul-stones. As one of the world’s oldest witnesses these
stones where seen as imbued with a sense of wisdom and ‘being’ and therefore a
calming effect. The fact that this stone ritual was practiced in a similar way
in an ancient time he had no knowledge of led to Jung’s proposition that our
species shares a collective unconscious made up of instincts and ancient wisdom
that runs deeper then personal memories.
Informed
by this story, as well as Timothy Morton’s texts on “Object Oriented Ontology”,
Akdeniz paints buildings and design objects that she feels are both hallmarks
of our modern society as well as ‘encrypted’ with inherent characteristics that
tap into our collective unconscious. As the world around us increasingly filled
with our own inorganic constructions and designs, they become the successors to
what Jung saw in his historic stones. Raising the question, how will this
relationship change in a contemporary society where an increasing number of the
assets we own and interact with exist in dematerialised digital form?
YEŞİM AKDENİZ
Yeşim
Akdeniz lives and works in Istanbul, Turkey. Solo exhibitions include “Opposing
and Those Sympathizing”, Dirimart, Istanbul, Turkey (2014); “A Dream Within a
Dream”, PAK Kunstverein, Glückstadt, Germany (2011); “The New Professionals”,
Galerie Fons Welters, Amsterdam, The Netherlands (2008); Sterblichkeit hat
ihren Preis, Produzentengalerie, Hamburg (2007); “The Man”, West London
Projects, London, UK (2006); and “Cocaine Nights”, Galerie Klinkhammer und
Metzner, Düsseldorf (2002). Group exhibitions include “Sanat International”, 12
Star Gallery, London (2015); “Le peintre de la modern”, Galerie Jochen Hempel,
Leipzig, Germany (2013); “Signs Taken in Wonder”, Museum für angewandtekunst/
MAK, Vienna, Austria (2013); “Wir Drei”, Guggenheim Gallery, Los Angeles, USA
(2013); “Confessions of Dangerous Minds”, Saatchi Gallery, London UK (2011);
and “20/20 Vision”, Stedelijk Museum, Amsterdam The Netherlands (2004). Her
work can be found in private collections such as the Deutsche Bank Collection
and Nederlandsche Bank Collection, in Germany, and museum collections such as
the Fries museum and De ateliers, in Amsterdam and the Netherlands.
For
more information please contact: Neil Jefferies (nj@piartworks.com) or call +44
207 637 8403
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder